Charles Eisenstein ‘kıtlık efsanesi’ni anlatıyor…

Afrika’da çalışmalar yapan bir aktivist, birkaç hafta önceki bir konferansta Afrika ülkelerinden birinin tarım bakanıyla yaptığı bir görüşmeyi aktardı. Bakan bazı büyük tarımsal işletmelerle ortak çalışmalarından ve ülkesine yüksek tarımsal teknolojileri getirecek olduğundan heyecanla bahsediyordu. Bu doğrultuda, aktivist organik tarım konusunu dile getirdi. Bakan, “Durun” dedi, “Anlamıyorsunuz. Burada böyle lüks şeylere maddi gücümüz yetmez. Benim ülkemde insanlar açlıktan ölüyor”.

Bu söz organik tarım hakkındaki yaygın bir anlayışı yansıtıyor – organik tarımın çevre ve sağlık uğruna üretim düzeyinden vazgeçme anlamına geldiği anlaşılıyor. Eğer tarımsal ilaçlardan ve kimyasal gübreden vazgeçilirse, verimin bundan zarar göreceği gibi bir nedenden yola çıkılıyor.

Bu aslında bir efsaneden ibaret. Sacred Economics’te, doğru dürüst yapıldığında organik üretim metodları kullanılarak alışılmış yöntemlerden iki, üç misli daha fazla verim elde edilebildiği hakkındaki bir araştırmadan alıntı yapabilirim (buna karşı gelen çalışmaların yapılandırılmasında zayıflıklar vardır. Tabii eğer iki tarlayı ele alıp ikisine de tek bir ürün ekerseniz, haşere ilacı verilmeyen tarlanın verimi ilaçlanandan daha az olur, fakat organik tarım gerçekten bu demek değildir). Geleneksel tarım, hektar başına ürün verimini en yüksek seviyeye çıkartmayı amaçlamaz, verimi iş gücü birimi oranında en yüksek seviyeye çıkartmaya çalışır. Eğer tarımda çalışan nüfusun oranını bu günkü oran olan %1’den %10’a çıkartabilirsek, petrol ürünü kimyasallar ve tarım ilaçları kullanmadan da ülke insanlarımızı kolayca doyurabiliriz.

Benim elimdeki istatistiklerin çok muhafazakar istatistikler olduğu da bir gerçek. En yeni kalıcı tarım (permakültür) yöntemleri ile geleneksel tarımcılığın elde ettiği verimin iki veya üç mislinden fazlası alınabilir. David Blume’ ın Kaliforniya’da sürdürdüğü dokuz yıllık permakültür girişimi ile ilgili güncelerini daha yeni okudum. İki acre’lik bir alanda 300-450 kişilik bir CSA (community supported agriculture – toplumsal destekli tarım) çalışması sürdürerek Tarım Bakanlığı’nın tespit ettiği metre kare başına elde edilecek verim rakamından sekiz misli daha fazla verim elde etmiştir. Bunu toprağı işleyerek de yapmamıştır; toprağın verimliliği bu süre içerisinde büyük ölçüde artmıştır.

Nüfus artmasına veya Peak Oil durumlarına bağlı önemli gıda maddesi krizleri hakkında olasılık hesapları ve tahminler yapılırken, bu gün uygulamakta olduğumuz tarımsal yöntemler veri olarak kabul edilmektedir. Yöntemler arasındaki bir geçiş süresi gıda maddeleri temininde geçici kıtlıklara ve gerçek bazı zorluklara yol açabilecek olsa da, permakültür yöntemleriyle yüzyılımızın ortalarına doğru görebileceğimiz 10 veya 11 milyarlık bir dünya nüfusunu kolayca beslemek mümkün olacaktır.

BUNU DA OKU:  Somali'deki insanlık dramı ve iklim değişikliği

Eski ve kontrollü tarım yöntemleriyle verimlilik potansiyelinin en üst noktasına yaklaşılmakta olduğu bir gerçektir. Bu tür teknolojilere yapılan daha büyük yatırımların marjinal geri dönüşlerinde düşüşler yaşanmakta, genel direnci olan istenmeyen otların yaygınlaşıp çoğalması görülmekte ve bunlarla başa çıkabilecek yeni cins bitki öldürücü kimyasallara duyulan “gereklilik” ortaya çıkmaktadır. Bu durum, tıp, eğitim, ya da politika gibi diğer bir çok kontrol temelli teknoloji ile paralellik göstermektedir.

Bunun bir göstergesi de eski modellerin artık finansal olarak işe yaramadığıdır. Bir zamanlar monocropping (tek ürün) tarımı ekonomik olarak en etkin tarım yöntemiydi, fakat artık günümüzde geleneksel kurallara göre hareket eden çiftçiler bile zorlukla ayakta durabilecek durumdadırlar. Blume sadece ekonomik ve verimlilik olarak değil aynı zamanda finansal olarak da diğerlerini geride bırakmıştır. Permakültüre geçiş süreci aynı zamanda düşüncelerimizde, alışkanlıklarımızda, ve ekonomik organizasyon biçimlerimizde bir geçiş süreci oluşması anlamına gelir. Doğal olarak ekolojik düşünceden ortaya çıkar, başkalarına hizmet alışkanlığını kapsar ve küçük, bağımsız ya da kooperatif üreticilere ait ekonomi biçimleriyle uyum sağlar. Bu nedenle, büyük tarımsal işletmelerin çalışmalarına pek uymaz. (Bunların da şimdiki hiyerarşik, ve merkeziyetçi biçimleriyle artık devirlerini tamamladığını da belirtelim.)

Sudan13793483

20. yüzyıl tarımını ifade eden görüntü, sonu görülmeyen tahıl tarlalarında büyük ve toplu olarak yapılan hasat görüntüleridir. 21. yüzyıl tarımı için ise çok farklı bir görüntüyü sergilemek istiyorum:

1) Yiyecek ihtiyacının %80 ini karşılayan ve büyük nüfusun yaşadığı merkezlerin çevresinde bulunan yüksek yoğunlukta permakültür. Blume, ‘1850 den önce, modern permakültür tekniklerininin bulunmamasına rağmen, bir milyondan fazla insanın yaşadığı New York şehri bile bütün gıda ihtiyacını çevresindeki yedi millik bir alandan sağlamaktaydı’ diyor.

2) Halen Amerika’daki birinci ürün olan çimin yetiştirildiği alanın büyük bir kısmı yerine çevreye yayılmış bahçeler. Birçok banliyö merkezi kendi gıda ihtiyacını aşağı yukarı tamamen karşılayabilir.

BUNU DA OKU:  Üretme Tüket raflarda

3) Çiftlikler kuşağındaki hasar görmüş arazilerin iyileştirilmesi ve bu alanlardaki orijinal ormanların ve çayırların yeniden eski sağlığına kavuşturulması. Yüksek yoğunlukta yerel üretimle, Orta Batı’da mısır, buğday ve soya fasulyası ekili hektarlarca arazi gıda üretimi bakımından gereksiz hale gelecektir. Bu diğer bölgelere ihraç edilecek olan ticari ürünün ortadan kalkması demek değildir, sadece rolü azalacaktır.

4) Daha küçük arazide daha fazla biyo yakıt üretimi. A.B.D. deki biyo yakıtın çoğu mısırdan elde edilmektedir. Blume, diğer ürünlerin de on misli daha fazla biyo yakıt sağlayabileceğine işaret ediyor ve bunu söylerken selüloz değişimi teknolojilerini de hesaba bile katmıyor.

5) Gençler arasında çiftçiliğe duyulan ilginin yeniden canlanması sayesinde nüfusun daha büyük bir kısmı tarımla ilgilenecek, ve bahçecilik evrensel hale gelecektir. Nüfusu azalmış kırsal alanlar yeniden kalabalıklaşacak ve yerel üretim ve tüketime dayalı küçük kasaba ekonomileri gelişecektir.

Amerika’da bu tür bir duruma geçiş şimdiki günlük yaşam biçimimizde şiddetli aksaklıkları ve karmaşayı beraberinde getirecektir. Modern permakültüre yakın küçük ölçekli tarımcılık yapan insanların yaşadığı ülkelerde geçiş süreci çok daha kolay olacaktır. Bizim yaptığımız ekolojik ve sosyal bakımdan mahvedici hatalarımızı tekrarlamadan, 20. Yüzyılı atlayıp doğrudan 21. Yüzyıla geçebileceklerdir. Başka ülkelerde insanlar permakültür ilkelerini kendi belirli çevrelerine ve sosyal şartlarına adapte edebilirler. Bu akıllı beyaz adamın yeni keşfettiği ve başkalarına empoze ettiği yeni bir model değildir. (Aslında, bir çok permakültür tekniği dünyanın her yanındaki yerel çiftçinin doğal olarak uyguladığı yöntemlerin benimsenmesidir). Herkesin birbirinden öğrendikleri ile ilgili bir konudur; bilimsel tarımla ekolojinin evliliği idealiyle ve biyolojik bölgeselcilikle kendine yeterli gıda temininin büyüyüp gelişmesi doğrultusunda yönlendirilecektir.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Doğal Kaynaklar, Ekoloji, Gıda, Yeme İçme
Yemyeşil beş bina

Çevre standartlarına uygun yeşil binalar sektörün gözdesi.

Kapat