Cunda’da Sobe

Bakmayın “Sobe” dediğime, saklansam bulamayacağınız bir yere gittim.

Bu hafta sonu, yolumuz Cunda‘ya, namı diğer Ali Bey Adası‘na düştü. Cunda’da kaldığımız Sobe Otel’e “Denize nereden girelim?” diye sorduğumuzda, biz sizi bizim plajımıza götürelim, dediklerinde, biraz skeptik, biraz yol yorgunu “Tamam,” dedik ve Sobe Otel’in minibüsüne bindik. İkinci Pateriça Köyü denilen minnacık bir köye geldik.

3

Köyün hemen bitişiğinde, Cunda Adası’nda kaldığımız Sobe Otel’e ait son derece şık, küçük ve samimi bir plaj. Cenetten küçük bir parça burası. Kuş sesleri, cırcır böcekleri, denizin sesleriyle huzur verici bir sakinlik. Uzun süredir Ege Kıyıları’nda bu kadar beğendiğim başka bir yere rastlamadım. Sakinliğin yanında, benim buraya vurulmamın birkaç sebebi daha var. Adanın bu tarafı SİT alanı ve imara açık değil. Dolayısıyla son derece bakir. Yol yok, su yok, elektrik yok. Eski birkaç taş evden ibaret İkinci Pateriça köyünde yaşayanlar, sularını kuyularından, elektriklerini jeneratörden alıyorlar. Sobe Otel’in sahibi Ömür Hanım ise jenaratör kullanmak yerine, elektriğini koyduğu güneş panellerinden üretiyor. Duşlarda kullanılan su toplanıyor ve bir ikinci seferde bahçeyi sulamak için kullanılıyor. Tam denizin üzerinde sevimli eski bir taş evi mutfak ve diğer ihtiyaçlar için kullanıyorlar. Her şey etraftaki mimariyle uyumlu ve çevreye saygılı.

Ayvalık’ın denizi genelde soğuk olur, ama burasının suyu kadife gibi. İşletmecisi Eda Hanım, bana yunusların birkaç günde bir burayı ziyaret ettiğinden bahsediyor. Meğerse burası birçok balığın üreme yeriymiş. Ben de balık olsam burayı tercih ederdim. Etrafta ne sürat motorları, ne bangır bangır müzik, ne de doğal hayatı bozan bir işletme var. Yolu deseniz son derece bozuk ve toz toprak. Arabanızla giderseniz, etraftaki zeytin dallarından ve otlardan çizilmesine, bu adanın kırmızı tozundan kirlenmesine razı olmanız gerek. Biz oraya Sobe Otel’in servisiyle gittik. Servisi kullanan Mustafa Amca buralıymış. Annesi Cundalı, babası mübadelede 10 yaşında Midilli’den gelen bir Ayvalıklı’ymış. Toz toprak yolda 20 dakika tatlı bir muhabbet tutturduk. Cunda’nın kalabalıklaşmasından rahatsız. Altyapısı yetersiz, diyor. Bir de tabii birçok bilinçli vatandaş gibi ters yapılaşmadan huzursuz. Kendisi ise dededen kalma evinde yaşıyor. Yolun iki tarafındaki zeytin bahçeleri kıpkırmızı bir tozla kaplanmış. Musfata Amca’ya soruyorum, “Bu tozlar mahvetmez mi güzelim zeytin ağaçlarını?” Evet, diyor, zeytinler bu kırmızı tozdan zarar görüyor. Çözümse bu yolu kapatıp, ulaşımı denizden yapmak. Hangisi daha zararlı bilemedim.

BUNU DA OKU:  Türkiye'de ekoturizm

L1130353

Bu yöreleri hiç bilmeyen bizlerin, bu güzel cennet parçasının tadına varmamıza vesile olan Sobe Otel’den de bahsetmeden edemeyeceğim. Şimdilerde işletmelerin kendine butik otel demesi çok revançta. Ama Sobe Otel bu yakıştırmayı sonuna kadar hak eden ender yerlerden birisi. Cunda’da eski bir Rum evinden çevrilmiş 7 odalı itinayla hazırlanmış son derece sevimli ve hoş bir otel burası. Tıpkı plajı gibi, oteli de çevreye saygılı. Çarşafları boşu boşuna hergün değiştirmiyorlar (tabii özel istek başkadır eminim). Hem onlar hem çevre tasarruf ediyor. Alışverişe çıkarsanız diye odalara anneannelerimizden kalma file torbalardan koymuşlar. En ince ayrıntının düşünüldüğü bu otelde, sabah kahvaltısı doğal nar pekmezinden ve Cunda mandırası yoğurduna kadar farklı yerel tatlardan oluşan keyifli bir kahvaltı sunuyor. Sobe Otel’in bir kaç bina yanında bir diğer eski Rum evi olan, Koç ve Harvard üniversitelerinin Sevgi Gönül Osmanlı Araştırmaları Enstitüsü var. Oradaki yaz okuluna dünyanın çeşitli yerlerinden lisansüstü eğitimlerini yapan öğrenciler gelmişler. Osmanlı’yı daha iyi anlamak için, mübadeleden nasibini görmüş Rum ve Türk kültürlerinin iç içe geçtiği buradan daha uygun bir yer düşünemiyorum.

Arabayla Bodrum’a giderken, yolu uzatalım derken, tesadüfen buraya geldik. Eminim birçok kişi bizden evvel gelmiş, buraları keşfetmiştir. Cunda’ya en son küçükken gelmiştim. Burası Alaçatı’nın 10 sene evvelki hali. Eski taş sokakları, birbirinden güzel Rum evleri, ortadaki virane kilisesi, tepedeki değirmeniyle masalsı bir Ege köyü. Tatil yaparken, doğaya da saygı gösteren işletmeleri tercih edenler için Sobe Otel ve Cunda’yı kesinlikle tavsiye ederim.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Ergem Şenyuva

İstanbul'da doğdum büyüdüm. Hep bu şehri, kültürel ve doğal mirasını koruma derdindeydim. Bir yandan yeşili ve doğayı nasıl gelecek nesillere bırakırız kaygım vardı. 2006 senesinin sonunda hayatımı değiştiren olay oldu ve kızım doğdu. Yaptığım her şeyi sorguladığım ve tekrardan en başa döndüğüm bir dönemden sonra, kurumsal hayata veda ettim. 2009 yılında Al Gore'un iklim değişikliğiyle mücadeleyi hedefleyen Climate Project derneğinin Türkiye temsilcisi oldum. İklim değişikliğini ve yaşadığımız dünyanın nelerle karşı karşıya olduğunu fark ettikçe, elimi taşın altına sokma zamanı geldi diye düşündüm. 2010 yılının sonunda Yeşilist'i kurdum. Bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabileceğimize, hepimizin atabileceği küçük adımlarla büyük şeyler başarabileceğimize inanıyorum.

Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Ekoturizm, Kent
Eksi iki milyon ağaç!

"Trafik çok sıkışıyor" bahanesiyle iki milyon ağacın kesilmesine neden olacak üçüncü köprü projesine dur demek için 2 Eylül 2010'da saat...

Kapat