“Deniz küstü”, haydi kurtarmaya
Çocukluğuma dair hatırladığım en tatlı anılardan biri, babamla Boğaz’da lüfer tutup yememizdi. Kocamandı o lüferler. Lezzetlilerdi.
Balık demek lüfer demekti benim için. Bir tek İzmir’e gittiğimizde çipura yerdim. Çünkü İstanbul’da lüfer yenirdi. Çocuktum diye yarım yiyebilirdim. Çünkü lüfer dediğin o kocaman kayık tabaklardan taşardı. Geçen sene bir gün babamla Boğaz’da balık keyfi yapalım dedik. Lüfer mevsimi geldiği için ben heyecanla lüferimi ısmarladım. Baktım tabaktaki lüfere, benim hatırladığım gibi değildi. Babama sordum gülerek, “Yahu ben bu lüferleri kocaman kocaman hatırlıyorum,” dedim. Ben mi büyüdüm, lüfer mi küçüldü, dedim. Sorma, dedi, her şey gibi lüferi de tükettik. Sonra oturdu, çocukluğundan bu yana, 80 yıllık bir Marmara hikayesi anlattı. İlk o zaman fark ettim işte durumun ciddiyetini. Sonra Fikir Sahibi Damaklar‘la tanıştım. Sevgili Defne Koryürek bir lüfer kampanyası başlatmıştı. İşte dedim birileri cidden canla başla uğraşıyor. Lüfer Kampanyası çok duyuldu. Etrafımda kime söylesem, “Aman çinekop yemeyin,” diye, “Tamam tamam biz de duyduk,” dediler.
Defne ve Fikir Sahibi Damaklar, kolları sıvadılar, yok olmaya yüz tutmuş bu biricik balığı ve denizleri kurtarmaya. Bu kampanyayı çok sevdim çünkü sözde kalmadı. Sadece toplantılar yapılıp hep beraber dertlerimiz ortakmış, durumumuz vahimmiş, dedikten sonra herkes evlerine dönmedi. Geçtiğimiz hafta Adalar Müzesi etkinlikleri kapsamında Adalar Belediyesi, TÜDAV ve Fikir Sahibi Damaklar tarafından bir toplantı düzenlendi. Ben kaçırdım maalesef. Balığa ve denize gönül vermiş olanlar, gırgır avcılığını, doğayı katleden balıkçılığı, yok olan balık türlerini ele almışlar. Balıkçıların sorunları ciddi. Denizler kirli, kaçak av, komisyoncular derken Marmara balıkçıları yılın yedi-sekiz ayı avlanamıyormuş. Sürdürülebilir balıkçılık, Marmara’yı yeniden ayağa kaldırmak, lüfere sahip çıkmak gerekiyormuş. Ve bunlar için radikal girişimler. Karamsar olmadan ilerlemek lazım, hızlı ve emin. İşte bu Cumartesi, 4 Eylül’de Bakırköy Su Ürünleri Kooperatifi’nde “adam gibi balıkçı manifestosu” yazmak için toplanıyorlar.
Tarih: 4 Eylül 2010, Ctesi
Yer: Bakırköy Su Ürünleri Kooperatifi, Balıkçı Kahvesi
Saat: 10:00
Başlığa “Deniz Küstü” dedim çünkü Yaşar Kemal‘in bana en dokunan romanlarından biri “Deniz Küstü”dür. Başkahraman Zeynel’in gözünden İstanbul’da deniz doğasının yok oluşunu, yozlaşmayı ve deniz insanının yabancılaşmasını anlatır. 1978’te kaleme alınmış bu romandan sonra ne değişti? Yıl 2010. İstanbul kendisiyle özdeşleşen lüferini bile kaybetmek üzere. E, ne kalacak geriye İstanbul’dan? Bir beton yığını ve de mahvolmuş bir doğa mı? Haydi İstanbul’u, lüferi, balığı, doğayı sevenler siz de katılın, bir yerinden tutuverin de, deniz artık bizimle barışıversin.