Nükleer geliyorum demez

İtiraf edin ki, Japonya’yı vuran felaketten sonra, olası bir depremde Türkiye’nin Akkuyu’ya kurmakta olduğu nükleer enerji santrallerinin hepimizin hayatını nasıl etkileyeceği kafanızı biraz da olsa kurcaladı! Bugün Japonya, deprem ve ardınan gelen tsunami yüzünden zarar gören santrallerinden çıkan nükleer sızıntı ile baş etmeye çalışıyor. Radyasyonun yiyeceklere bulaşmış olmasına ek olarak süt ve özellikle içme suyundaki normallerin üzerindeki radyasyon seviyeleri gerçekten düşündürücü. Her ne kadar yetkililer halkı rahatlatmak için panik yapılacak bir durumun olmadığını iddia etseler de, etkilenen bölgelere yakın yaşayan insanların sağlığı için endişe etmemek elde değil.

Her zaman söylüyoruz; konu ne olursa olsun, ilk adım bilinçlenmek olmalı. Nükleer enerjinin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu gerçekten biliyor muyuz? İddia ederim ki çoğumuzun bu konudaki bilgisi, Japonya’daki olayları yansıtan haberlerden öğrendiklerimizle sınırlı.

1896 yılında Fransız fizikçi Henri Becquerel tarafından bir rastlantı sonucu keşfedilen nükleer enerji, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türü olmakla birlikte, füzyon, fisyon, ve yarılanma diye tanımlanan üç nükleer reaksiyondan biri ile oluşur. Bu reaksiyonlardan “füzyon”, atomik parçacıkların birleşme reaksiyonuna verilen isimdir. Başka bir deyişle, hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları meydana getirdiği nükleer tepkimelere füzyon tepkimesi denir. Ağır radyoaktif maddelerin, dışardan nötron bombardımanına tutularak daha küçük atomlara parçalanması olayını tanımlayan “fisyon” reaksiyonu, atom çekirdeğinin zorlanmış olarak parçalanmasını anlatır. Üçüncü reaksiyon “yarılanma” ise çekirdeğin parçalanarak daha kararlı hale geçmesidir. Füzyon tepkimelerine örnek olarak güneş patlamaları, fisyon tepkimeleri için ise nükleer santrallerde kullanılan tepkimeler, atom bombası teknolojisi gibi faaliyetler gösterilebilir.

Bugün dünya üzerinde 436 nükleer reaktör bulunuyor. Yapımına 13 ülkede devam edilen 56 reaktörün 12 tanesinin inşaası, 20 yıldan uzun süredir devam etmekte. Nükleer enerji günümüz elektrik ihtiyacının yaklaşık %17′sini karşılamaktadır. Enerjilerinin büyük bir kısmını nükleer santrallerden üreten ülkelerin başında elektrik enerjisinin %75′ini nükleer enerjiden sağlayan Fransa gelmektedir. Buna kıyasla Amerika, enerjisinin %15′ini buradan karşılıyor olmasına rağmen dünya çapında bulunan 400′den fazla nükleer santralin 100′den fazlası sadece Amerika’da yer almaktadır.

Peki nükleer santraller nasıl çalışır? Kısaca anlatacak olursak, santrallerde kullanılan zenginleştirilmiş uranyumun fisyon tepkimesine girerek bölünmesi sonucunda açığa çok yüksek miktarda enerji çıkar. Bu bölünme için, nötronlar yüksek bir hızla uranyum elementinin çekirdeğine çarpar. Bu çarpışma da çekirdeğin kararsız hale geçmesine ve sonrasında büyük bir enerji açığa çıkartan fisyon tepkimesine neden olur. Gerçekleşen tetikleyici ilk fisyon tepkimesi sonucunda ortama nötronlar yayılır. Bu nötronlar diğer uranyum çekirdeklerine çarparak fisyonu elementin her atom çekirdeğinde gerçekleştirene kadar devam eder.

BUNU DA OKU:  Bursa'da hiçbir kimyasal madde kullanmadan tarım yapılacak Ekolojik Yaşam Merkezi kuruluyor

Uranyumun fisyon tepkimesine girmesiyle oluşan enerji su buharının çok yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılmasını sağlar. Yüksek sıcaklıktaki bu buhar, elektrik jeneratörüne bağlı olan türbinlere verilerek türbin şaftını çevirir ve jeneratörün elektrik enerjisi üretmesi sağlanır. Jeneratörde oluşan elektrik ise iletim hatları sayesinde kullanıcılarına ulaştırılır. Öte yandan türbinden çıkan basınç ve sıcaklığı düşmüş buhar, tekrar kullanılmak üzere yoğunlaştırıcıya yönelip su haline geldikten sonra tekrar bölünme ile açığa çıkan enerji ile ısıtılıp buhar haline getirilir ve döngü devam eder.

İyi kontrol edilen bir sistem içerisinde çalıştırıldığı süre boyunca tehlikesiz görünen nükleer enerjinin, günümüzün ve geleceğin en önemli enerji kaynaklarından biri olduğunu düşünenler ağırlıkta. Özellikle petrol ve doğalgazın yenilenebilir olmayışından dolayı günümüzde birçok ülke nükleer enerjiden en iyi şekilde faydalanmak için nükleer araştırmalara yöneldi. Ancak bugüne kadar insan hatalarından dolayı ortaya çıkan nükleer kazaların önüne geçmek mümkün olmadığı gibi bu kazalardan ne kadar ders çıkarıldığı da bir muamma.

İyi planlanmış bir nükleer santral, elektrik üretiminde önemli avantajlara sahip Bunların en başında, taş kömürü kullanan ve bu nedenle atmosfere tonlarca karbon, sülfür ve fazla miktarda kirletici madde yayan elektrik santralleri ile karşılaştırıldığında, nükleer santrallerin çok daha temiz olması ve atmosfere daha az radyoaktif atık bırakması gelmekte. Ancak nükleer enerji üretiminde kesinlikle gözardı edilemeyecek engeller olduğu da kaçınılmaz bir gerçek.

Bu sorunlardan biri, uranyumun çıkartılması ve daha sonra zenginleştirilmesi sürecindeki rafine etme çalışmalarının neden olduğu yüksek miktardaki radyoaktif kirlenme. Buna ek olarak, düzgün çalışmayan nükleer santraller, yüksek miktarda radyoaktif atığın açığa çıkmasına sebep olan Çernobil felaketinden de görüldüğü gibi, büyük sorunlara neden olabilir. Nükleer enerjiden yararlanmayı planlayan her ülkenin, santrallerdeki fisyon tepkimelerinin çok iyi kontrol edilmeyi gerektirdiğini ve bu alanda hata toleransının yok denecek kadar az olduğunu bilmesi gerekli.

Alanında uzman eleman, atıkların depolanması ve yeterli güvenlik çalışması yapıldıktan sonra nükleer santrallerin çevrelerine büyük çaplı zararlarlar verdiği herhangi bir olayın gerçekleşme ihtimali düşük olsa da sıfır değil. Bunun en iyi örneği, bugüne kadar çevreye zarar verebilecek ölçüde yaşanan üç büyük nükleer santral kazası.
1957 yılında İskoçya’da meydana gelen Windscale kazasında reaktörün civarına bir miktar radyasyon yayılmasına rağmen insan ölümüyle sonuçlanan bir olay meydana gelmemiştir. İşletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatasının kazaya dönüşmesiyle 1979 yılında ABD’de meydana gelen Three Mile Island kazasında ise kısmi reaktör kalbi ergimesi meydana gelmesine rağmen reaktörü çevreleyen beton koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmamıştı. Ancak her nükleer kaza bu iki örnekte olduğu kadar rahat atlatılmamıştı. İnsan ve inşaat hatalarından kaynaklanan Çernobil reaktör kazası buna verilebilecek en iyi örnek.
26 Nisan 1986’da Ukrayna’daki Çernobil nükleer reaktöründe meydana gelen patlama ve sonucunda yayılan radyoaktif madde, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya’da yaşayan 336bin insanın tahliyesine, 56 kişinin ölümüne, 4bin doğrudan ilişkili kanser vakasına ve 600bin kişinin sağlığının ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmuştu. İnsan ölümüne neden olmuş tek ticari nükleer santral kazası olan Çernobil reaktör kazası, operatörlerin güvenlik mevzuatına aykırı olarak santralde deney yapmaları sonucunda reaktördeki ani güç artışı ve santral tasarımında reaktörü çevrelemesi gereken bir beton koruyucu kabuğun inşa edilmemiş olmasından dolayı meydana gelmişti.

BUNU DA OKU:  Yılda 214 milyar TL'lik gıda çöpe atıyoruz

Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra Türkiye de dahil olmak üzere tüm Avrupa üzerine yayılmış ve birçok insanın hayatını tehlike altına sokmuştu. Bu kazalar sonucunda, en iyi bilinenleri Greenpeace, Yeşiller Partisi, Nükleer Karşıtı Platfom (NKP) ve Küresel Eylem Grubu (KEG) olan, dünyanın birçok yerinde, günümüze kadar uzayan nükleer karşıtı gruplar oluştu. Bu gruplara karşı, nükleer enerjinin çevre sorununa hiçbir şekilde neden olmadığını bilimsel ve siyasi olarak da savunan ve kömüre oranla daha az karbondioksit salınımına sebep olduğu için çevreci olduğunu iddia eden nükleer lobi grupları da mevcut.
Nükleer enerjiye karşı olan grupların başında gelen Greenpeace’e göre, güvenlik açıklarından, atık sorununa, artan maliyet ve inşaat sürelerine kadar pek çok konuda harcanan milyarlarca dolara rağmen son 60 yılda hiçbir sorununa çözüm bulunamayan nükleer enerji, dünyanın en kirli ve riskli enerji kaynağı olarak anılıyor. Her ne kadar yeni, güvenli ve temiz bir enerji kaynağı olarak tanıtılmaya çalışılısa da, nükleer enerji hakkında söylenen yalanları göz ardı etmemek gerek. Japonya’da olduğu gibi, nükleer reaktörlerde gerçekleşebilecek herhangi bir kaza esnasında büyük miktarda radyasyonun doğaya salınması kaçınılmaz olacağından, tam anlamıyla güvenilir reaktörler hep bir masal olarak kalmaya devam edecek.

561f9b69e50aa9149c2b6427

Söküm, atık ve çevresel maliyetler hesaplandığında dünyanın en pahalı enerjisi halini alan nükleer enerji, karbon salımını azaltmadığı gibi; sadece elektrik üretimi için kullanıldığından ısınma, sıcak su ve ulaşım ihtiyaçları için fosil yakıtları kullanmaya mecbur kılıyor ve böylece iklim değişikliğini engellemeye giden yolu tıkıyor. 2030 yılına kadar nükleer santrallerin kapasitesi iki katına çıkartılsa bile, bu miktar genel karbon salım miktarını sadece %5 oranında azaltacağından küresel ısınmanın etkilerini azaltma yolunda etkili olmayacak.

BUNU DA OKU:  Dizel arabalar havayı ağır araç ve otobüslerden 10 kat daha fazla kirletiyor

Peki İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasının yapımı sırasında yürütülen gizlilik politikasının, günümüzde nükleer enerji projeleri için de devam ettirildiğini biliyor muydunuz? Normal işletim halinde dahi havaya ve suya radyoaktif maddelerin salınmasına neden olan nükleer santraller hakkında bilgimiz kısıtılı olmakla birlikte, gereken önlemlerin alınmadığı da bilinen bir gerçek.

Günün sonunda, hiçbir nükleer santralin tamamen güvenli olduğu söylenemez. Herhangi bir olası hataya yer vermemek için, bu konuda uzman ekipler tarafından emniyet kat sayısı yüksek tutularak üretim yapılması ve ortaya çıkan radyoaktif atıkların doğaya zarar vermeyecek şekilde taşınması ve gözetim altında uzun yıllar güvenle saklanması gerekmekte. Bu kadar dikkat gerektiren bir alanda Türkiye gibi nükleer santral inşaasına yeni adım atmak isteyen ülkeleri bekleyen tehlikeler ciddi sorunların ortaya çıkma riskini artırdığından düşünce kaldıracak boyutlarda.

Milletvekillerini nükleer yasa için “hayır” oyu kullanmaya çağıran karşıt gruplar, kapalı kapılar ardında hazırlanan bu anlaşmanın yanlış enerji politikalarını devam ettirdiğine ve hiçbir demokratik teamüle uygun olmadığına inanıyor. Gelecekte ihityaç duyacağımız enerjiyi karşılamak için son derece sürdürülebilir, temiz ve güvenli olan yenilenebilir enerji yerine gayet kirletici, riskli ve pahalı olan nükleer enerji karşısında sesinizi duyurmak istiyorsanız Greenpeace ve benzeri grupların düzenlediği kampanyalar hakkında daha fazla bilgiye nukleer.greenpeace.org adresinden ulaşabilirsiniz. Dünyamızın geleceğine katkıda bulunmanın tam zamanı!

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Nükleer geliyorum demez” için 1.522 yorum

Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Ekoloji, Yenilenebilir Enerji
Hayvanlar da nefes alır

Petshop'larda hayvan satışınının yasaklanması için başvuru dilekçesi

Kapat