Vasilis’e benden selam söyleyin
Geçen yaz Şeker Bayramı’nda arkadaşlarımızla Çeşme’den Sakız Adası’na geçelim dedik. Tadına doyamadığımız keyifli bir gezi oldu bizim için.
Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Komşunun adası da bizim kıyılar gibi güzel. Ancak biraz turist geldi diye, güzelim tarihi köylerini çerçicilerle doldurmamış, yozlaştırmamışlar. Pirgi köyünün sanat eseri evleri, Mesta‘nın Orta Çağ’dan kalma karanlık sokakları, insana sanki burası zaman arasına sıkışmış hissi veriyor. Volkanik taşlardan oluşan Mavra Volia plajında ise ben ne denize kurulmuş biçimsiz bir kafe ne de etrafta garip binalar gördüm. Eski karavandan çevrilmiş iptidai bir dondurmacı arabası hariç o kadar ıssız ve sükunetliydi ki anlatamam. Kısaca Sakız’ın el değmemişliğini, zaman içinde donup kalmış olmasını sevdim.
Sakız Adası deyince, ben sandım ki bizdeki gibi her yerde sakızlı dondurmalar, sakızlı muhallebiler, tatlılar bulacağım. Nerede? Sakız Adası’nda sakızlı hiçbir şey bulamadım. Sakızlı tatları çok sevdiğimden de, neden komşunun bu tadı hiç kullanmadığını merak ettim. Mesta köyünü gezerken, bizimkiler bir eko-turizm bürosuna uğradılar. Biz anneler günün sıcağını, hazır çocuklar uyurken, soğuk bir kahveyle geçiştirmek için köy meydanındaki bir kahvede soluklanıyorduk. Arkadaşım Can, “Akşamüzeri bir sakız turu varmış, alalım mı?” deyince, tamam, dedik. Buraya kadar geldik, şu sakız nasıl yapılıyormuş, neymiş ne değilmiş görelim istedik.
Akşamüzeri çok geç olmadan meydanda yanımıza uzun saçlı tur rehberimiz Vasilis geldi. Bizim tura bir de Avustralya’dan bir çift katıldı. Mesta’nın toprak yollarında, çoluk çocuk Vasilis’i takip ederek ağaçlık bir bölgeye indik. Yolda Vasilis’in bahçesinde, bize vermiş olduğu küçük hasır sepetlere organik domateslerinden topladık. Bu arada da Vasilis’in hikayesini dinledik. Vasilis Mesta’da doğmuş, ama sonra eğitimi için Atina’ya gitmiş. Yıllarca bilişim sektöründe çalıştıktan sonra, eşiyle beraber doğduğu bu köye gelip ekolojik tarım yapmak istemiş. Zaman içinde sıkışıp kalan Sakız Adası köylerinin ortak sorunu, giderek yaşlanan bir nüfus ve çalışmak için büyük şehirlere giden gençlermiş. Vasilis ilk geldiğinde köydekiler ona biraz skeptik yaklaşmışlar. Ama Vasilis yılmamış, kendini doğduğu toprakları tanımaya, burada doğayla dost tarım yapmaya vermiş. Ben tabii hemen “Nerede sizin sakızlı dondurmanız, muhallebiniz?” diye sorunca, o da bana “Siz Türkler onları daha güzel yapıyorsunuz,” gibi manalı bir cevap verdi. Şaka bir yana, meğerse sakız ağaçları bu adada bitme-tükenme tehlikesiyle karşı karşıyaymış. Gün batımı saatlerinde sakız ağaçlarıyla dolu bahçede, Vasilis bize nasıl sakız çıkarttıklarını anlatmaya başladı. Anlatmakla da kalmadı, adım adım bize ağaçtan nasıl sakız çıkarılacağını öğretti. Biz de tatbik ederek, sakız kültürünü öğrendik. En zoru sanırım, sakızı çıksın diye ağaca çentikler atmaktı.
Arkadaşım Yaprak, “Ben yapamayacağım, ağacın canını yakıyormuşum gibi geldi,” dedi. Gerçekten de sakızı endüstriyel değil de, ona zarar vermeden elde etmenin ne kadar zahmetli olduğunu görünce bu süreci dededen kalma usul yapanlara saygı duydum. İşlenmek için hazır sakızları çıkardıktan sonra, Vasilis bize Yunan şarabı, evde yaptığı keçi peyniri ve köy ekmeğiyle de zarif bir ikram yaptı. Sakız bahçesindeyiz diye getirdiği sakız marmeladının da tadını, artık o günün keyfi değdi diye midir bilinmez, bir daha dükkandan aldığım sakız reçelinde bulamadım. Ellerimizde kovalar kürekler, o zaman üç yaşında olan kızım dahil olmak üzere inanılmaz keyifli bir zaman geçirdik.
Komşu adayı ziyaret ederseniz, Vasilis’e kesin uğrayın. Yitip giden kültürünü korumak için, şehir hayatından vazgeçmiş bu genç adamın size de harika bir eko-rehber olacağından hiç şüphem yok.