Parkta yedi gün

Geçen hafta Salı günü “Parka gelin” çağrılarına uyandık. Pazartesi geceyarısından sonra bir dozer Tasim’in tek yeşili Gezi Parkı’na girip ağaçları sökmeye başlamış, olay mahalline akın eden mahalleli dozerin önüne geçince çalışmaya sabah 07:30’a kadar ara verme kararı alınmıştı.

Sabah erken saatlerden itibaren Gezi Parkı’na akın eden İstanbullular yıkımı durdurmuş, ağaçların başında nöbete başlamışlardı. Ben parka öğleden sonra dört, beş civarı vardığımda ortamda yanlış hatırlamıyorsam 100-200 kişi vardı. Mesai saatinin bitmesiyle park iyiden iyiye kalabalıklaştı. Mimarlar, sanatçılar ve doğaseverler kürsüye çıkıp Gezi Parkı’nın katledilmesine neden karşı olduklarını, parkın önemini anlattılar. Biz sırtımızı ağaçlara yaslamış çimlerde kitap okuyup, müzik dinleyerek nöbet tutarken polis parkın etrafını demir barikatlarla çeviriyordu, parkın Taksim Meydanı tarafındaki girişine polis otobüsleri, TOMA’lar çekiliyordu. İstiklal’in girişinde, Galatasaray’da görmeye alışkınız ya bu manzarayı, hiç şüphelenmedik. Güvenliktir, çukurun etrafını korumaya alıyorlardır, olası bir ayaklanmaya karşı hazırlık yapıyorlardır diye düşündük.

Bugün uzaktan gördüğümüzde arkamıza bakmadan kaçtığımız polis ekipleriyle o gün gelip geçerken muhabbet ediyorduk. Gece 12’de müzik kesildi, mikrofonlar kapatıldı. Parkın içinde nöbet tutacak gönüllüler rahat uyusunlar diye parkı boşaltıp ertesi gün yeniden buluşmak üzere Taksim’den ayrılıp evlere dağıldık.

park2

Park ertesi sabaha böyle uyandı. Gün yine neşe içinde geçti. İstanbullular, hayalini kurduğu şehir festivaline kavuşmuş gibi parkta şarkı söyleyip dans ediyordu. Yapılan açıklamalarda bu nöbetin yalnızca park için değil, rantın yok ettiği tüm kamusal alanlar için tutulduğu sıkça vurgulanıyordu. Sökülen ağaçlar tekrar toprağa dikildi, yeni fidanlar getirilip boş alanlara ekildi.

O gece geç saatte parktan ayrılırken “Herhalde Gezi Parkı son 10 yılının en güzel gününü yaşadı” diye düşündüm. Aydınlatılmadığı için aklımda ‘tehlikeli bölge’ olarak kodladığım, mecbur kalmadıkça geçmediğim parkı binlerce kişi doldurmuştu, ben de yıllardır görmediğim insanlarla karşılaşmıştım parkta. Herkes ağaçları kurtarmaya kararlıydı. Nöbet saatlerine karar verildi, parkta yatacaklar belli oldu, tüm çöpler toplanıp atıldı ve biz yine parkı çadırda yatanlara emanet edip ayrıldık.

BUNU DA OKU:  Gerçek tehlikenin farkında mısın?

Gece yarısı ağaç nöbetçileri alev ve gaza uyandılar. Polis gün doğmadan talana başlayıp çadırlarda uyuyanları gaza boğdu, çadırları ve nöbet tutanların kişisel eşyalarını ateşe vermeye başladılar. Tek derdi yeşili korumak olan gönüllüler hayret ve korku içindeydiler. Gün doğduğunda yok edilmesi planlanan alanın bir kısmı dümdüz edilmiş ve bir önceki gün dikilen fidanlar sökülmüştü.

 

Çok geçmeden alana girmek isteyen bizler de gazla geri püskürtülmeye başladık. Tarihler 30 Mayıs’ı gösterdiğinde park tamamen bariyerlerle çevrilerek kapatılmış, yüzlerce polis, halka savaş açmıştı. Çok geçmeden polis barikatı önce İstiklal girişine sonra da Fitaş önüne kadar ilerledi. Gaz kokusundan öksürük krizleri geçiren doğa severler direnişçilere dönüştüler.

Binlerce kişi İstiklal Caddesi’ni, Cihangir’i, Harbiye’yi, Nişantaşı’nı doldurdu. Birkaç saat içerisinde nalburlarda toz maskesi tükendi, İstanbul halkı özgürlüklerine yapılan kısıtlamalardan bunalmış, yollara dökülmüş Taksim’i istila ediyordu. Taksim’e giden metro, funiküler ve otobüs seferleri iptal edildiğinden Karaköy, Fındıklı, Harbiye ve Gümüşsuyu’ndan binlerce insan silahsız, taşsız, sopasız, sadece gaz maskeleri ve koruyucu gözlüklerle İstiklal Caddesi’ne ulaşmaya çalışıyordu. Bu insanlara ve gazdan bunalıp ara sokaklara nefes almaya kaçanlara polis saldırıyor tüm Beyoğlu’nu aralıksız gaza boğuyordu.

Tüm bunlar yaşanırken ana akım medya evlilik programları, belgeseller, yerli diziler yayınlamaya devam ediyor, Taksim’deki direnişin esamesi okunmuyordu. Baskınları, saldırıları, yaralı sayısını; yalnızca twitter, tumblr ve facebook’tan takip edebiliyorduk. Bu mecralar da zaman ilerledikçe provokasyon ve yalan haberlerle dolduğundan sadece tanıdığımız insanlara güvenir olduk.

Bugün Taksim direnişinin sekizinci günü. Yedi gündür Gezi Parkı’ndayım, yedi gündür aralıksız gaza maruz kalıyorum. Yedi gündür etrafımdaki herkesin gözünde korkuyu görüyorum, en ufak bir seste paniğe kapılan insanlarla bir aradayım. Her gece yorgunluktan zar zor uyuyorum, uyuduğumda da rüyamda baskın ve saldırı görüyorum.

BUNU DA OKU:  Stella McCartney in, kürk out

Herhangi bir polis aracının yanından geçerken gerçek anlamda korkuyorum içinden biri çıkıp da bana bir şey yapar mı diye. Uzaktaki ailem ve arkadaşlarımdan durmadan mesaj ve telefonlar alıyorum “iyi misin, neredesin?” diye soruyorlar. Dengesizin biri yanlış bir şey yapacak, çekip birini vuracak ve ortalık birbirine karışacak diye çok korkuyorum.

Taksim’de son yedi günde 28 yıldır görmediğim kibarlığı ve anlayışı gördüm. İstinasız herkes birbirine yardım ediyor. Polisten kaçarken paniğe kapılanlar sakinleştiriliyor, herkes birbirine yemek, su, ilaç dağıtıyor. Yanımdan geçerken çarpan iki kere özür diliyor. Neredeyse tüm esnaf kapılarını açmış durumda hepimize yardımcı oluyor. Bir

sürü evin, apartmanın kapısı açık, zor durumda olanları evlerine buyur ediyorlar. Gazın yoğunlaştığı anlarda herkes kolkola kimse kimseyi arkada bırakmıyor. Meydanlara çıkamayanlar mahallemde tüm gün tencere tava çalıyor. İçinde bulunduğum barışçıl ortam gururumu kabartıyor.

Bütün bunlar bir yana Taksim’de inanılmaz anarşik bir ortam var. İnsanlar direnişin hiçbir yere ilerlememesinden sıkılmaya başladı, amaçsızlığın kitleyi provokasyon ve öfke ile hedef şaşmasına yöneltmesi an meselesi. Taksim Dayanışması’nın istekleri bir an önce yerine getirilip direnişe son verilmezse bugün hayranlıkla izlediğimiz protestolar can yakabilir. Diren Gezi, diren İstanbul.

park3

Şartlar:

1- Gezi Parkı, Park olarak kalacaktır. Ne Taksim’de Topçu Kışlası’na ne de tüm doğa ve yaşam alanlarımızın talanına izin vermeyeceğiz.

2-Gezi Parkı’ndaki direnişten başlayarak halkın demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan, yüzlerce insanın yaralanmasına neden olan sorumlular, başta İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, Emniyet Genel Müdürü olmak üzere derhal istifa etmelidir. Gaz bombası kullanılması yasaklanmalıdır.

3-Ülkenin dört bir yanında direnişe katıldığı için gözaltına alınan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalı, haklarında hiçbir soruşturma açılmamalıdır.

BUNU DA OKU:  Ağaçların Gizli Yaşamı: Birbiri ile konuşan, yardımlaşan ve sosyal ilişkiler kuran ağaçların dünyasını keşfedin

4-Taksim başta olmak üzere Türkiye’deki tüm meydanlarda, kamusal alanlarda toplantı ve eylem yasaklarına son verilmelidir.

 

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Deniz Aytekin

Boğaziçi Üniversitesi'nde felsefe okudu. Çevre, edebiyat ve felsefe alanlarında yazarlık, çevirmenlik ve editörlük yapıyor.

Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Genel, Gündem, Kent, Mimari, Topluluklar, Yeşil alanlar
Dünya 5 Haziran’da Çevre Gününü kutluyor. Keşke biz de…

Bizler bu yıl 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü ‘kutlanacak’ bir şey olmadığı için kutlamıyoruz. Ama bu pes ettiğimiz, yorulduğumuz anlamına...

Kapat