“Mutluluğun ekonomisi” olur mu?

Küresel kriz giderek hepimizin sınırlarını zorluyor. “Yoksul” ve “varlıklı” olmanın arasındaki uçurum daha da açılıyor. Küresel olarak tüketim trendleri yaratma stratejileri ile bilinçaltımızı ele geçiriyor ve bize “yeni normlar” kazandırıyor.

“Yeni norm da ne?” diyorsanız tabii ki tüketmek, tüketmek ve tüketmek!

“Mutluluğun Ekonomisi” (“Economics of Happiness”) belgeselinin yönetmeni Helena Norberg-Hodge ile geçtiğimiz günlerde sürdürülebilir bütüncül ekonomi üzerine bir söyleşi gerçekleşti. Norberg-Hodge’un sunumunda küreselleşen dünyanın etkilerini bu sefer insan ölçeğinde ekonomiyi ve bizleri içinde barındıran ekosistemi içeren trajik bir resimle anlattı.

“Mutluluğun Ekonomisi” belgeseli, Hindistan’ın Kaşmir bölgesindeki Ladakh’tan yola çıkıyor. 1970’lerin başında kendine yetebilen ekonomisiyle, yerel tüketimin ve üretimin herkes için adil olduğu bir yaşamın sürdüğü bölge, kapılarını dünyanın diğer “büyük” işletmelerine açıyor ve küreselleşmenin hızlı döngüsünde “yaşanabilir” sıfatını yitiriyor.

111143245676543567_png

Coğrafi olarak uzağımızda kalan Ladakh kısa sürede geçirdiği evrimin bedelini artan işsizlik ve cinayet oranları ile “mutsuzluk vakaları” eşliğinde ödüyor. Bu koşullar dünyanın neresinde olursa olsun aynı sonuçları doğuruyor. Ladakh bu vakada küreselleşmenin yarattığı sosyo-ekonomik zararları barındıran örneklerden sadece bir tanesi.

Ekonomi analisti Helena Norberg-Hodge, süratle kendini yerelden küresel olan alışkanlıklara bırakan Ladakh’ın dönüşümü üzerinden, küreselleşmenin pek de görünmeyen yanlarını bize açıklayarak iki terimin üzerinde duruyor: “Dünyada şu anda iki büyük trend var; biri küreselleşme, diğeri de giderek güçlenmekte olan yerelleşme hareketi.”

Bu iki zıt hareketin, bize sürdürülebilir bir yaşam adına sunduğu seçenekler ortada. Büyük ölçekte herkes için “mutluluk”un öncelikle adil gıda, barınma ve giyinme imkanları üzerinden gerçekleşebileceğini ifade eden analist, yerelleşmeye odaklı ekonomilerin öncelikle kendi refahımızı sağlayacağı ve bununla birlikte büyük resmi kurtarabileceğini ileri sürüyor.

BUNU DA OKU:  Hindistan’da kitlesel çevrecilik hareketine devam: Yüzlerce kişi sahillerden 2 bin ton çöp topladı

Seri üretim ve endüstrileşmeden sağ çıkabilmenin tek yolunun doğayı kendimize adapte etmek yerine, doğaya adapte olmak olduğunu söylersek eğer, büyük ölçekte de ekoloji adına da bir çıkar sağlamış oluruz. Özellikle doğal kaynakları olumsuz yönde etkileyen konvansiyonel tarımın da büyük pay sahibi olduğu gıda konusu, bu belgeselde ayrı bir yer kaplıyor.

Azalan kaynaklarla ve kaybolan hayvan türlerinin sayısı gündelik hayatta da aslında karşımıza sık çıkan ‘istatistikler’ haline geldi. Amazon ormanlarından, kutuplardan veya çok da yakınımızda olup biten katliamlardan haberdarız, ama ne kadar istesek de seyirci kalmaktan öteye gidemiyoruz.

55555567890

Üreticisini tanımadığımız, içerdiği maddelerin kaynaklarını bilmediğimiz ve hakim olmadığımız ürünleri evimize getirerek, kar elde etme adına yapılan katliama istemesek de bu koşullarda ortak olabiliyoruz. Bunu engellemek adına yapabileceğimiz tek şey, kaynağını bildiğimiz ürünleri tercih etmek olacaktır. Bu da tabii ki daha yakınımızdaki ürünü aramaya bizi teşvik edecektir.

‘Mutluluk’ yerelde

“Mutluluğun Ekonomisi”nde de bahsedildiği gibi, ihtiyaçlarımızı nereden karşıladığımız dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan başkasının “mutluluk” seviyesini etkiliyor.

Küreselleşmenin getirdiği yıkımı ve adaletsizliği, en başta gıda ile durdurabileceklerini savunan yerelleşme felsefesi başlı başına iklim değişikliğine karşı gelebilecek güce sahip.

Dünya nüfusunu doyurmak adına zıvanadan çıkan endüstriyel tarımın gerektirdiği ilaçlar ve monokültür ekosistemin çeşitliliğini tehdit ederken, aynı zamanda farklı istihdam olanaklarını da sınırlandırır.

Gıdada kar amaçlı seri üretimin gerçekleşmediği, gıdaların mevsiminde tüketildiği ve üretildiği, gıdanın yerel üreticiden temin edildiği ve çeşitliliğe adapte olmuş ürünlerin tüketildiği bir dünyada hem sosyo-ekonomik kalkınma gerçekleşir hem de iklim değişikliğine karşı alınacak olan önlemlerin en büyüğü alınmış olur.

Bu şu demek: daha az konvansiyonel tarım, daha az su harcaması, daha az çöp, daha az ormansızlaştırma, daha az zirai ilaç, daha az monokültür ve daha fazla iş alternatifi ve elbette kaliteli gıda. Ve elbette daha fazla mutluluk!

BUNU DA OKU:  Norveçli milyarder okyanusu kurtarmaya yardım etmek için servetini bağışlıyor

11112345678
Bir diğer konu ise gıda ile başlayan tartışmanın, moral ve kültürel değerlere etkisi. “Mutluluğun Ekonomisi” belgeselinde dışarıya açılma ile başlayan standartlaşma ve monokültürün psikolojik sonuçları da oldukça yıkıcı.

Yine Ladakh’tan yola çıkarsak, markaların insan üzerinde bıraktığı “tek tip” olma hevesi ve bir akıma aidiyet duygusu, toplumun bazı kesimlerinde bireylerin kültürlerini reddetmesine, hatta kendi dillerini yok saymasına neden oluyor. Güzellik kavramının da keskinleştiği ve reklam panolarıyla ürün ambalajlarında şekillendiği yerlerde “mükemmelliğe” fiziki ve manevi olarak ulaşmak isteyen bireylerdeki mutsuzluk da tartışılıyor.

Örnekler ise çok alışıldık, anaokulu çağındaki çocukların, “Benim neden sarı saçım ve mavi gözüm yok?” diyerek sormaya başlamasına birçoğumuz tanıklık etmişizdir. Bu bakışın ardından akıllara gelen soru şu: Kendi kültürünü görmezden gelen bir birey başka kültürlere nasıl saygı duyabilir?

Teknoloji ve küreselleşme, dünyanın her yerinden elimizin altındaki raflara getirdiği ürünlerle ve normlarla başımızı döndürüyor olsa da gözümüzü o raflardaki ürünlerin geldiği yola çevirmeliyiz.

“Daha iyi bir yaşam” fikri elbette hepimiz için cezbedici. Fakat “mutluluk” kavramının neresinde durduğumuza bir bakalım. Ve eğer tüketimin kucağında buluyorsanız belgeselin fragmanına buradan bir göz atın.

İnsanların refahının, sadece satın alma gücüne değil, diğer insanların ve doğanın da refahına bağlı olduğunun altı çizilen bu filmde, yerelleşmenin de tamamen izole bir yaşam anlamına gelmediği açıkça görülüyor.

Özellikle gıda alanında, insani ölçekte kararlar alıp ekonomiyi doğaya adapte etmenin kendi mutluluğumuzu da geri kazandıracağını belirtirken, değişimin de temel taşı olacağını unutmayın.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Doğal Kaynaklar, Ekoloji, Gıda, Gıda Gündemi, Hayat, Kent, Sanat ve Tasarım, Topluluklar
Kış hastalıklarına karşı tıbbi bitki formülleri

Kış ayları için derlediğimiz tıbbi bitki formüllerine göz atmadan kışı geçirmeyin.

Kapat