Eğer Bir Ağaç Devrilirse: Yeryüzü Özgürlük Cephesi’nin Hikâyesi

Daniel McGowan Brooklyn doğumlu, babası polis, orta sınıf ve apolitik bir aileye mensup. İşletme okuduğu üniversite yılları esnasında katılım göstermeye başladığı bir ekoloji derneğiyle beraber yavaş yavaş öfke ve adalet duygularıyla güdülenmeye başlayan bir genç. Kendisini 1999’da ülkenin kuzeybatı ucundaki Oregon eyaletinin Eugene kasabasına ve çeşitli kundaklama eylemlerine sürükleyen süreç, yönetmen Marshall Curry’nin Oscar adayı belgeseli ‘Eğer Bir Ağaç Devrilirse: Yeryüzü Özgürlük Cephesi’nin Hikâyesi’nde terörizm konusuyla yan yana irdeleniyor.

Earth Liberation Front (ELF), 1990’larda doğa saldırılarına karşı sivil itaatsizlik eylemleri düzenleyen, örneğin 1995’te tomruk şirketlerinin Oregon’daki bir ormana girmesini engelleyen barikatı bir sene boyunca ayakta tutan aktivist bir örgüt. Ortaya koydukları eylemler ise çoğunlukla slogan atmak, kendilerini ağaca zincirlemek ya da oturma protestoları gibi barışçıl eylemler. Bu barışçıl mücadele anlayışına karşı inancın sarsıldığı olay ise Symantec şirketi için bir otopark yapılması amacıyla kesilecek tarihi ağaçların korunmasına yönelik bir eylem oluyor. Sabah erken saatte ağaçlara tırmanan aktivistler, polisin acımasız biber gazı saldırısına ve şiddetli dayağa maruz kalıp tutuklanıyor. Bu olay bölgedeki çevreci hareket için radikalleştirici bir kırılma noktası. McGowan da bölgeye böyle bir ortamda geliyor ve başka türlü direniş pratikleri geliştirmek isteyen çevrecilerin arasına dâhil oluyor. Amaç kerestecilik ya da et kesimi gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketlere zarar vermek. Bu şirketlerin tek güdüsünün para olduğu fikrinden hareketle mülk saldırıları düzenlenmeye karar veriliyor ve 1996’da yakılan iki Orman Hizmetleri istasyonu sonrası, kereste fabrikaları, cip satıcıları ve orman arazisini yok eden bir kayak merkezi gibi hedeflerde kasıtlı yangınlar çıkarılıyor. McGowan bu eylemlerin bir kısmına gözlemci, bir kısmına da bomba yerleştirici olarak katılıyor. ELF, merkezi bir liderliği olmayan, birbirinden bağımsız ve otonom hücrelerden oluşan bir örgüt olduğundan kundaklama vakaları ülkenin dört bir yanına yayılıyor ve Bush yönetimi tarafından ABD’nin en büyük yurt içi terör örgütü olarak isimlendiriliyor. “Terör” kelimesine bir şerh koyalım ve bir kundaklama eyleminin on yıllık sokak protestolarının durduramadığı ihlalleri keskin bir şekilde bitirebilme gücüne sahip olduğunu not edelim.

BUNU DA OKU:  Dünyanın en mutlu ülkeleri açıklandı: İlk sırada Finlandiya var, Türkiye ise geriledi

McGowan’ı hareketten uzaklaştıran unsur, yanlış giden iki eylem. Birincisi, Washington Üniversitesi’nde hayvanlar üzerinde etik dışı deneyler yapılan bir laboratuvara yapılan saldırıda kütüphanenin yanması. İkincisi ise genetiğiyle oynanmış tohumlarla üretim yapıldığı düşünülen bir çiftliğe yapılan saldırının yanlış istihbarata dayandığının ortaya çıkması. McGowan yaptıkları eylemlerin esas mesajı gölgelediğini ve çevre hareketinin meşruiyetini yok etmeye başladığını düşünüyor ve bazı aktivistlerin insanları da hedef almayı telaffuz ettiğine tanık olunca New York’a geri taşınıyor.

-2(6)

Bu noktada dönemin siyasal ve sosyal arka planını unutmamak gerekli. 1999, yine ülkenin kuzeybatısında bulunan Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü toplantısı esnasında şiddetli sokak çatışmalarının yaşandığı sene. Aktivistliğin önem kazandığı, insanların sokağa çıkarak bir şeyleri değiştirebileceklerine inanmaya başladıkları bir dönem. Aynı zamanda 2001’deki Dünya Ticaret Merkezi saldırısı ile terör kavramının devletlerin bir numaralı fetişi haline geldiği zamanlar. ABD kundaklama eylemlerini ekolojik terör olarak isimlendirmekte zaman kaybetmiyor ve FBI kararlı bir şekilde olayların faillerini yakalamak için çabalıyor. Bir ipucu, bir işbirlikçi derken olaylar çorap söküğü gibi ilerliyor ve ülke genelinde yapılan eş zamanlı baskınlardan birinde McGowan da çalıştığı ofiste yakalanıyor. Hakkında istenen hapis cezası anti-terörizm kanunları çerçevesinde 300 seneden fazla. (Mahkeme sonucu McGowan yedi sene hapis cezası aldı ve şu an terörizm suçlusu sayıldığı için dış dünyayla irtibatının çok zayıf olduğu bir federal hapishanede).

IATF_posterMarshall Curry, ELF hareketine tuttuğu merceği daha yukarıya konumlandırabilir ve öyküyü tek bir eylemci üzerinden değil, daha geniş bir perspektiften anlatabilirdi. Belgeseli benzerlerinden daha değerli kılan öğe tam da yönetmenin bu yöntemi tercih etmemiş olmasında. Curry, McGowan’ın ev hapsinde bulunduğu yedi ay boyunca onun yanında bulunmuş ve özel hayatında yaşadıklarını, mahkeme sürecinin sonucunu beklerken tecrübe ettiği endişeleri, pişmanlıkları ve umutları belgelemiş aynı zamanda. McGowan bu esnada nişanlısıyla evleniyor, kardeşleri ve ailesiyle vakit geçiriyor, ağlıyor, gülüyor, fikirlerini savunuyor. Yönetmen bu sayede televizyonda haberleri izleyen çoğu insanın kafasında haydut olarak damgalandırılacak bir eylemcinin insani portresini çiziyor. Bu insani portre, bir belgeselin olmazsa olmazı olan ince ayrımları yansıtma ve ortaya dengeli bir fotoğraf koyma işlevinin de yerine gelmesine yardımcı oluyor. Curry’nin yaptığı söyleşiler, işyerleri yanan kişileri iflah olmaz paragözler ya da soruşturmayı yürüten polis ve savcıları izansız faşistler olarak da betimlemiyor. Mesele çetrefilli ve tamamıyla ak ya da tamamıyla kara olan hiçbir şey yok.

BUNU DA OKU:  Satın almama günü alternatifleri

Belgeselin düşündürdüğü en can alıcı soru ise terörizmin ne olduğu. İktidarların kullandığı suçlama terimlerinin içi zamanla boşalır; ‘eşkıya’ kelimesi zamanla olumlu çağrışımlar yaratmaya başlamış, komünistlik, bölücülük gibi eskinin suç terimleri günümüzün hak talepleri haline gelmiştir. Terörist kelimesi bu bağlamda muktedirlerin her türlü muhalif eylem ve düşünceyi bastırmak için kullandıkları amorf bir kavramdır. Yüzlerce kundaklama eylemi yapan ancak aldıkları önlemler ve kullandıkları taktikler sayesinde kimsenin burnunun kanamasına sebep vermeyen bir örgüt terörist midir? Eğer kanunlar siyasi kariyerlerin inşası için araç olarak görülüyorsa ve devlet görevlileri şirketlerin kuklaları haline gelmişse, şiddet eylemlerinde bulunmak terörizm midir? Atılan çığlıklara kulaklar kapanıyor ve tepkiler acımasız bir şekilde susturuluyorsa kanunların içinde kalarak anlamlı bir mücadele verilebilir mi? Terörizmin TDK’ya göre tanımları arasında ‘korkutma’, ‘yıldırma’ ve ‘tedhiş’ var.

Peki, barışçıl bir şekilde oturma eylemi yapan birinin gözkapaklarını zorla açıp içine biber gazı sıkan polisin yaptığı da bu tanıma uymuyor mu? Maaşa bağladıkları politikacılar vasıtası ile kolluk güçleri üzerinde etki sahibi olan ve toplumun kolektif bir şekilde sahip olduğu kaynakları zapt eden şirketlerin yöneticilerinin yaptıkları da korkutmak ve yıldırmak değil mi? Belgesel net bir tavır ortaya koymadan, tüm aktörleri çelişkileri ve idealleriyle betimleyerek bu soruları da izleyicinin kendisine sormasını sağlıyor.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Doğal Kaynaklar, Ekoloji, Hayat, Sanat ve Tasarım
Bugün karbon ayak izinizi azaltmak için ne yaptınız?

Karbon ayak izinizi azaltmanın evdeki bir kaç yolu.

Kapat