Onarıcı Tarım: Değişim için bir levye

“Onarıcı tarım” hareketini sadece ekolojik krizi ve insanlığın geleceğini “kurtaracak” bir yerden değil, aynı zamanda varoluşumuza (hem bireysel hem de kolektif olarak) derin ve gerçek bir anlam bulmamızı sağlayacak yolculuğun ana hattı olarak görüyorum diyor Durukan Dudu. 2012’den bu yana ülkemizde ‘onarıcı tarım’ konusunda değişim yaratan Anadolu Meraları’nın kurucularından Durukan Dudu’dan hem kendi hikayesi, hem de onarıcı tarımın hızla büyüyen gelişimini öğrendik. (Bu röportaj iki bölümden oluşur. 2. röportaj)

Ergem Şenyuva: Durukan’ın hikayesini nedir?

Durukan Dudu: Artık şaşırtıcı olmayan bir şekilde, en zorlandığım sorulardan biri bu. Hem devam eden bir hikaye olduğu ve ilerledikçe geçmiş kısmına yönelik anlayışım derinleştiği ve değiştiği için. Hem de insanın tüm yaptıkları, ettikleri ve oldukları arasında kendisine dair gözlemlerinin arka planda kaldığı zamanlar olabiliyor.

1985 doğumluyum. 17 yaşımda, ki o zaman ekoloji, ekoköy, iklim değişikliği gibi kavramlardan haberdar değildim, bir grup arkadaşımla bir olma ve eyleme hali olarak bir grup kurduk – “Ranger Birliği”. Orada “doğayla bütünleşik ve adil yaşama geçiş için topluluklar” olarak belirlemiştik yönümüzü. 20’li yaşlarımın başında iklim değişikliği ve ekoloji üzerine yoğun çalıştım. Türkiye’de ve Avrupa’da Yeşiller/Genç Yeşiller hareketinin aktif bir bireyi oldum. Hikayemiz, planladığımız şekilde Ormanevi Kolektifi’ne evrildi, 2012’de kırsala geçtik. Evrilerek devam ediyor o hikaye. Aynı dönemde onarıcı tarımla ve bunun (bence) omurgası olan Bütüncül Yönetim’le tanıştım. 2013’ün sonunda Anadolu Meraları’nı kurduk Volkan’la. Savory Enstitüsü’nün Türkiye gözesi olduk. Çiftçi, çoban, eğitmen ve küresel çalışan onarıcı tarım danışmanları olduk. Savory’nin danışman kuruluna davet edildim. Türkiye’de ve yurtdışında bu konuda destek vermeye çalışıyorum. Son 3 yıldır Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Savory Enstitüsü ve özel sektörün uluslararası projelerinde (Türkiye, İsveç, Özbekistan, Afganistan, Mısır…) arazide ve sistem tasarımında danışman, eğitmen ve modelleyici olarak çalışıyorum bir yandan.

Bütün bunların içinde oluşumun özü, bugün “sosyal girişimci” olarak tanımlanan şeye yakın sanırım. 2017’de Ashoka Fellow’u edilmem de bunun sembolik bir göstergesi oldu. 20’li yaşlarımın başında kendimi adadığım “onarıcı tarım” hareketini sadece ekolojik krizi ve insanlığın geleceğini “kurtaracak” bir yerden değil, aynı zamanda varoluşumuza (hem bireysel hem de kolektif olarak) derin ve gerçek bir anlam bulmamızı sağlayacak yolculuğun ana hattı olarak görüyorum. Bu yolculukta hem kendime rehberlik etmekten, hem de etrafımdakilere yardımcı olma çabamdan büyük keyif alıyorum. “Başkalarına iş gibi gelen ama senin için nefes almak kadar normal ve kendiliğinden şeyler” diye bir tanım vardır sevdiğim, insanın yapması ve peşinden gitmesi gerekenleri daha net görebilmesi için… Türkiye’de ve küresel sosyal girişimler başlatmak, henüz açılmamış alanları açmaya çalışmak benimki. Avcı-aşçı ikiliğinde aşçı(lar)la bir olup kabileler kurmayı seven bir avcıyım, gördüğüm kadarıyla.

E.Ş.:Anadolu Meraları nasıl kuruldu?

D.D: Kırsala geçişte ve öncesinde ilk yoldaşım Volkan (Büyükgüngör) oldu. Onarıcı tarım ve bütüncül yönetim kavramlarıyla tanıştıktan sonra, bunları hemen Volkan’la da paylaştım. Sene 2011. O sırada yüksek lisansım için İsveç’teydim. 2012’de Türkiye’ye döndükten kısa bir süre Ormanevi Kolektifi fikir ve modelini ve (tabii ki kendimizi) kırsala taşıma vaktinin geldiğine karar verdik. Kısa süre sonra da Savory Enstitüsü’yle iletişime geçtik. “Teknik bilgimiz yok. Arazimiz yok. Paramız yok. Az değil, hiç yok. Ciddi bir hayal kurma gücümüz ve bunları gerçekleştirmek için niyetimiz/irademiz var. Bir de insanların bir araya gelip beraber çalışmasını mümkün kılacak bazı geçmiş bilgilerimiz, becerilerimiz, fikirlerimiz var. Savory’nin Türkiye gözesi olmak istiyoruz” dedik. O sırada bu konular (onarıcı tarım, bütüncül yönetim) hiç yaygın değildi, dünyada da bilenler/edenler çok ama çok azdı. Hareket daha filizlenmemişti. Bir kaç görüşme ve ABD’de bir toplantının ardından “Tamam” dediler, “aradığımız insanlarsınız”. Bizim gibi genç ve birikimsiz tiplere o güveni duymaları benim için çok önemli bir noktadır. Savory’nin dünyadaki ilk gözelerinden biri olduk, şu anda da en aktiflerinden biriyiz. Bir yıl sonra, 2015’te, IFOAM kapsamında Allan Savory ve Judy Butterfield’i Türkiye’ye getirdik. Söyleşinin sonrasında, kuliste Allan Savory Volkan’la bana dönüp “Gençler, biraz da size ayıp olmasın diye gelmiştik ama bugüne kadarki en muhteşem etkinliklerimden biriydi. Müthiş bir topluluk başlatmışsınız burada” dediğinde, Volkan’la binanın düz-zemin çatısına çıkıp, İstanbul manzarasında sarılıp ağladığımızı hatırlıyorum. Bunun gibi müthiş hikayelerin bir toplamı, çok güzel insanların, güzelliklerini gerçekleştirme ve yansıtma kümesi oldu Anadolu Meraları. Geçtiğimiz yeni fazda da artarak böyle olmaya devam etmesini istiyoruz, ona göre tasarlamaya ve planlamaya çalışıyoruz her şeyi.

BUNU DA OKU:  Mavi'ye saygı yeşil olmakla başlar...

E.Ş.:Onarıcı Tarım konusunda Türkiye’de hatta dünyada çalışan sayılı kişi arasındasın. Onarıcı tarımın gelecek 10 yılda dünyayı nasıl değiştireceğini/değiştirebileceğini düşünüyorsun?  Senin gördüğün trendler neler?

D.D.: Teveccühünüz, diyerek başlayayım. Onarıcı tarımın 300 kişililk (dünyada, toplam!) facebook gruplarında tartışıldığı, ismin oturduğu günleri hatırlıyorum. Gidişat her zaman “üssel artış” hızında oldu. Son 3-4 yıldır da bir patlama noktası bekliyorduk küresel camia olarak. Giderek hızlanan yükseliş, 2020’nin son yarısında patlama noktasına ulaştı gerçekten de. Bunu tasarım gruplarında yer aldığım (ve bütüncül yönetimi, onarım paradigma ve tekniklerini koymam için çağrıldığım biraz da…) milyon dolarlar bütçeli uluslararası FAO projelerinde de görüyorum, profesyonel bağlamda davet edildiğim özel sektör toplantılarında da, “task force”larına vakit ayırmaya çalıştığım 4pour1000 inisyatifinde de,  AB ve diğer hükümetlerin yeni söylem ve belgelerinde de, STK’lar ve yatırımcılar çemberlerinde de…

Bütün bu örnekleri sıralarken, geçen gece işlerin heyecanından uyuyamayıp kalkıp karalamaya başladığım bir makale taslağında da dediğim gibi, safi bir sevinç ve heyecan değil, aynı zamanda bunun getirdiği müthiş sorumluluğu hissediyorum. Çünkü onarıcı tarımla başından beri uğraşan çiftçiler, (sosyal) girişimciler, kurumlar için şöyle oldu aslında süreç: Yıllarca “dünyanın en önemli meselelerine en güzel çözümün anahtarı bu paradigmada, gelin!” ya da “3-4 seneye tüm kurumlar bu konuya eğilecek, yatırım yapın/kaynak aktarın”, ya da “müthiş bir insan ihtiyacımız var/olacak, kapasite geliştirecek programlar hazırladık, dahil olun/destek verin” dediğimiz bir dönem oldu. Özel ve kamu kurumlarının, büyük olan her kurumun neredeyse diyelim, gidişatı önden görme, görse bile içselleştirme konusundaki hantallığını net bir şekilde gördüm. Küçük oluşumlar ve bireyler çok hızlı anladı, içselleştirdi meseleyi. STK veya özel veya kamu fark etmiyor, kurumlar büyüdükçe ya da kemikleşip kendini yenileme potansiyelini yitirdikçe proaktifliğini, yaratıcılığını, hareket kabiliyetini de kaybediyor. Bunu not edelim.

BUNU DA OKU:  Yeşilist dört yaşında, sevenleri Babylon Lounge'da

Şimdi de bu kurumların hızla yetişmeye çalıştığı bir dönemdeyiz. Bir yandan akademi (istisnalar hariç) bir zamanlar burun kıvırdığı bu söylem ve pratiklere hızla eğilmeye çalışıyor. Büyük şirketler bu konuya apar topar girmeye, tedarik süreçlerinde dönüşüm planlamalarına çalışıyor. Bir akın hali var. Önümüzdeki bir-iki yıl içinde, hele mevcut girişimler/aktörler olarak iyi ve yeterince derin işler çıkarırsak, bunun bereketli bir izdihama dönüşeceğini öngörüyorum.

Burada kilit şu: Onarıcı tarımı, şahsen başından beri tanımladığım haliyle, aynı anda bir toplumsal hareket, bir teknikler bütünü ve bir paradigma değişikliği olarak, bu 3 düzlemde de beslememiz, büyütmemiz gerekiyor. Bunlardan birini zayıf bırakmak, onarıcı tarımın potansiyeline ciddi darbe vurur, altını boşaltır. O yüzden söylem olarak da, bakış açısı olarak da, yapılan işler için de bu 3 düzlemi birden, aynı anda, o derinlikle ele almaya devam etmemiz gerekiyor.

Bunu başardığımız sürece ben şöyle görüyorum gidişatı ve umudu: Sadece iklim ve ekosistem krizlerini çözmek için değil, hiç alakalı görmediğimiz bir çok alanı, genel olarak insanlığın ve medeniyetin gidişatını değiştirecek bir döneme geçişin anahtarı olacak onarıcı tarım. Yani sadece tarım ve gıda sistemlerini kökten değiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda bireyin kendisiyle, diğer insanlarla ve doğayla ilişkilerini baştan tanımlayacak. Toplumsal barışı, cinsiyetler arası ilişkileri, politik gidişatı düşündüğümde ya da spiritüel “yeni insan” tanımlarına, mücadelelerine, bocalamalarına ve arayışlarına tanık olduğumda örneğin, hepsinde onarıcı tarımı bir anahtar, bir eşik olarak görüyorum. Çok hafif aralanmış ama sıkışmış ağır bir kapıyı açmak için kullanabileceğimiz bir levye, mesela. Biliyorum ama kanıtlayamam, bu aralar popüler olan şekilde diyecek olursam. Zaten şu var: Doğayla ilişkimizde bildiğimiz kadarıyla daha önce var olmamış bir “insan doğaya yararlı, onarıcı olabilir” bakış açısı ve bunun pratiklerini getiriyor. Bu “insan doğanın sahibidir”den de, “hakimidir”den de, “zararlı virüsüdür”den de, “koruyucusudur”dan da çok farklı, çok yeni. İnsanı doğayla ilişkisinde bu kadar derinden dönüştüren bir şeyin hem birey hem de toplum olarak kim olduğumuzu, ne yaptığımızı, nasıl yaptığımızı da kökten değiştirmesi doğal bir sonuç.

BUNU DA OKU:  Stres ve Endişe ile Savaşan 10 Yiyecek

Daha somut olarak da, onarıcı tarım konusundaki girişimlerin çok arttığını göreceğiz. Hem arazide çiftçilerin hem de gıda işleme/tedarik girişimlerinin sayısında çok hızlı artış olacak; bunlar daha da fazla sosyo-ekonomik yeni model denemeleriyle desteklenecek. Bunların örneğin finansmanı konusunda klasik yöntemleri de kullanacağız ama yeni paradigmaya uygun modeller de geliştirmek zorundayız. Bu süreçler başladı zaten. Topluluk temelli fonlamaları şimdiki “lütfen destek olun” söylemini de aşarak iyice gündeme getireceğiz mesela. “Çiftlik” veya “tarımsal üretim” işletmelerini birilerinin sahip olup üretim yaptığı binlerce yıllık dar kutusundan çıkarıp oradan beslenen insanlar tarafından ortaklaşa sahip olunan bir yönetişim konumuna getireceğiz. Bunların hepsi binlerce yıllık normların kırılması demek, kırsala ilişkin çok yeni tahayyüller demek. Destek girişimleri dediğim, bilgi üretme, yaygınlaştırma, dökümantasyon, pazar yerlerine erişim, donanım ve makine üretme, lojistik çözümler, sertifikasyonlar ve çok daha fazla alanda eski paradigmanın verimsiz ve kısır, sorunları yeni ve trend kavramlar altında yeniden üretip duran bakış açılarına sapmadan, sanatçının yaratıcılığıyla zanaatçinin aklının birleştiği bir yerden ciddi girişimler, modeller, dene-yanıl-öğren-yeniden dene alanları yaratmamız gerekiyor. Biz bu işi düzgün yaparsak, kurumlara da bu alanlara destek olma imkanı tanımış olacağız, değişime dahil olma fırsatı tanıyacağız. Yoksa yine kısır, yeni bir “onarıcı tarım” makyajıyla çıkmış fikirlere, sloganlara eğilirsek aynı hüzün ve hayal kırıklıklarını yaşarız. Bu alana ilgili hepimizi bu konulara çok özel, çok şuurlu, her geçen gün daha da büyüyüp derinleşen bir dikkate davet ediyorum. Risk görüyorum çünkü burada. Dünya yurttaşları olarak büyütmeye çalıştığımız bir müthiş çocuk gibi düşünelim aynı, o doğallıkla, niyetle, dikkatle, uyanıklıkla yaklaşalım.

Bu röportajın devamı şurada.


Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Ergem Şenyuva

İstanbul'da doğdum büyüdüm. Hep bu şehri, kültürel ve doğal mirasını koruma derdindeydim. Bir yandan yeşili ve doğayı nasıl gelecek nesillere bırakırız kaygım vardı. 2006 senesinin sonunda hayatımı değiştiren olay oldu ve kızım doğdu. Yaptığım her şeyi sorguladığım ve tekrardan en başa döndüğüm bir dönemden sonra, kurumsal hayata veda ettim. 2009 yılında Al Gore'un iklim değişikliğiyle mücadeleyi hedefleyen Climate Project derneğinin Türkiye temsilcisi oldum. İklim değişikliğini ve yaşadığımız dünyanın nelerle karşı karşıya olduğunu fark ettikçe, elimi taşın altına sokma zamanı geldi diye düşündüm. 2010 yılının sonunda Yeşilist'i kurdum. Bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabileceğimize, hepimizin atabileceği küçük adımlarla büyük şeyler başarabileceğimize inanıyorum.

Yorumlar kapatıldı.

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Ekoloji, Genel, Gıda, İyi haberler, Yeşil alanlar
Derin Deniz Madenciliğinin Bulanık Dünyası

Greenpeace’in “Derin Sorun: Derin Deniz Madenciliğinin Bulanık Dünyası” isimli yeni raporu, başlaması halinde ekolojik tahribata yol açacak derin deniz madenciliğinde kimin kazançlı, kimin risk

Kapat