Pınar Öncel’le Sürdürülebilirlik Üzerine bir Röportaj
Hiç başınıza geldi mi, bilmem. Bazen bir yerde birisi hakkında bir şey okur ya da söylediklerini dinlersiniz de, “Aman biz hemen tanışmalıyız,” dersiniz kendi kendinize. Pınar Öncel’i bir Green Drinks toplantısında dinlediğimde, işte aynen böyle hissettim. Yeşil tasarım üzerine yaptığı kısa sunumunda, sürdürülebilirlik gibi anlaşılması zor, başı sonu herkes tarafından kolayca kavranamayan bir konuya öyle hakimdi ki, hemen Pınar’ı daha yakın tanımak istedim.
Soğuk ama pırıl pırıl güneşin parladığı bir cuma günü kahve için buluştuk. Yeniköy sahilinde ve “Tadı damağımda kaldı,” dediğim bir sohbet tutturduk. Konuştukça fark ettim ki, Pınar’ın sürdürülebilirlik konusunda birçok yerde ayak izleri var. Kendisi ODTÜ mezunu bir endüstriyel tasarımcı. Sürdürülebilirliğe gönül vermesi ise öyle hemen olmamış. 1997 yılında katıldığı bir permakültür kursu onun için bir dönüm noktası olmuş ve fark etmiş ki mesleğiyle doğa arasında aslında bir seçim yapmak zorunda değil. İşte böylece çevre bilincinden ödün vermeden, tasarımı ve hayatı sürdürme isteği başlamış. Bodrum ve Fethiye’de permakültür üzerine çalışmalar yapmış. Fakat tabii dönüp dolaşıp bakmış ki, eğer gerçekten bir fark yaratmak istiyorsa, büyük şehre dönmek zorunda. Ve İstanbul’a gelmiş.
Meslektaşı Tuna Özçuhadar ile 2007 yılında Sürdürülebilir Yaşam için Tasarım Derneği‘ni kurmuşlar. Ancak kimlerle birlikte ve nasıl projeler gerçekleştireceğiz, diye düşündüklerinde bu dernek için henüz erken olduğunu anlamışlar. İşte o zaman, sürdürülebilirlik kavramından çoğu kimsenin bihaber olduğunu fark etmişler. Yine de yılmayıp, kolları tasarım öğrencilerinin farkındalığını artırmak için için sıvamışlar. Üniversitelerde ve çeşitli kurumlarda sunumlar yapmışlar. 2008 yılında ekolojiye ve sürdürülebilirliğe gönül vermiş bir grupla, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’ni kurmuşlar. 2008’de ve takip eden yıllarda benim de izlediğim Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali projesini hayata geçirenler meğerse bu grupmuş. Bundan birkaç yıl evvel, ekoloji ve sürdürülebilirliğe dair algılarımız henüz pek açık değilken yaptıkları bu film festivali çalışması çok başarılı bir girişim. Bu grubun yaptıkları tabii film festivaliyle sınırlı değil. İTÜ’de “Sürdürülebilirlik için Taşkışla Toplantıları” etkinliği yapmışlar. Ayrıca farklı şehirlerde film festivalleri, film gösterimi ve sohbet organizasyonları yaparken, çeşitli belgeselleri Türkçeye çevirdiklerini de unutmamak gerek.
Sürdürülebilirlik zor bir konu. Bu konuda bilgilerini derinleştirmek için, Pınar geçtiğimiz yıl İsveç’teki dünyaca meşhur Blekinge Teknoloji Enstitüsü‘nde alanının en yenilikçi lisansüstü programlarından biri sayılan “Sürdürülebilirlikte için Stratejik Liderlik” programına katılmış. Bu eğitim sayesinde, sürdürülebilirlik gibi altını insanların doldurmakta zorluk çektiği bir konuyu kurumlarla çalışmalarında etkin bir şekilde ele almayı öğrendiğini anlatıyor.
Bu noktada, gerçekten de konuya dair bilhassa ülkemizde ne yapılıyor diye konuşmaya başlıyoruz. “Sürdürülebilirlik tek geri dönüşüm ya da yenilenebilir enerji değil,”’ diyor Pınar. Olaya bütüncül bir bakışla bakmanın önemini vurgularken, sürdürülebilirlik üzerine yaptığı son çalışmalardan bahsediyoruz. Örneğin son zamanlarda, bir yerel yönetim ile yaptıkları sürdürülebilirlik projesinden söz açılıyor. Bu proje kapsamında, ilk önce adım adım, katılımcılara sürdürülebilirliğin ne anlama geldiğini anlatmışlar, ortak bir dil yaratmaya çalışmışlar. Yaptıkları çalıştaylarla belediye çalışanlarının bir sürdürülebilirlik vizyonu oluşturmasını, ardından buna göre kendi mavcut durumlarını değerlendirmesini ve çözümler üretmelerini sağlamışlar. Sürdürülebilirlik hedefi olan bir kurumun klasik yöntemlerle başarılı olamayacağını, organizasyonel bir dönüşüm gerektiğini ve bunun ancak katılımcı yöntemlerle herkesin sahiplendiği durumda başarılı olabileceğini söylüyor. Belediye çalışanlarıyla gerçekleştirdikleri çalıştayların bu doğrultuda başarılı adımlar olduğuna inanıyor.
Pınar’ın odak noktası tasarım, hedefi sürdürülebilir kılmak. İşe en başından başlamış. İlk önce bilinci artırıyor. Direkt ürünü değil ilk önce ürünü tasarlayanların, üretenlerin algılarını değiştirmenin önemine vurgu yapıyor. Bir ürünün “sürdürülebilir” olabilmesi için o ürünün tasarım sürecine bu kavramı sokmak gerekiyor, bunun için tasarım ekiplerinin çalışma biçiminde yenilikçi yaklaşımların gerekli olduğunu söylüyor. Isveç’teki tez çalışmasında bu konuya eğilmiş ve sürdürülebilir bir şekilde ihtiyaçların karşılandığı bir ürün elde etmek için tasarım ekiplerine tasarım sürecinde yol gösteren bir rehber oluşturmuşlar.
Dolayısıyla kurumlarla projelerinden bahsederken çalışmalarında yöneticiler dahil olmak üzere, tüm çalışanlarının sürdürülebilirliğin ne olduğunu, kendi yaşamları ve kurumları için önemini anlamalarını sağlamaya çalıştıklarını, ardından vizyon ve strateji çalışmalarını yönlendirdiklerini anlatıyor.
Pınar’la keyifli sohbetimizden ayrılmadan, bu konuya dair okunacak kitap tavsiyeleri nelermiş sormadan edemiyorum. Cevabı ise bence harika. Değerlerimizi bize hatırlatan hiç de konuyla alakası yokmuş gibi görünen bir kitabın da, bizim doğadan gelip yine doğaya dönmemizi hatırlatabileceğini bildiriyor. Yine de bu birkaç kitap (favori kitap öyle çok ki :) şu an aklıma gelenler yıllar önce okuduğum “İsmail” (“Ishmael”, Daniel Quinn), başka bir hayatın mümkün olduğunu gösteren Ursula LeGuin’in fantastik kitapları, tasarım konusunda bir klasik olan “Design for the Real World” (Victor Papanek), insan ihtiyaçları üzerine yaptığı çalışmalardan çok etkilendiğim Şili’li ekonomist Manfred Max Neef’in “Human Scale Development”. Henüz okumaya fırsat bulamadığım sıradaki bir-iki kitap; “Presence” (Peter Senge, Joseph Jaworski, C. Otto Sharmer, Betty Sue Flowers) ve “Biomimicry” (Janine Benyus). Diyorum ya, tadı damağımda kaldı sohbetin diye, iki buçuk saat nasıl geçmiş hiç anlamamışım. Daha çok konuşacak konumuz var. Onlar da başka güzel günlere.