Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın bu haliyle yasalaşmasına neden karşı çıkıyoruz?

Slow Food Türkiye / Fikir Sahibi Damaklar bugün öğle saatlerine doğru Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın son haline neden karşı olduklarını kapsamlıca açıklayan bir bildiri yayınladı. Sonuna kadar desteklediğimiz bu bildirinin sanunda hangi maddenin neden tehlikeli olduğuna dair de bir metin bulunmakta. Aşağıdaki satırları dikkatle okumanızı ve bizimle aynı fikri paylaşmanız durumunda çok geç olmadan burayı imzalamanızı önemle rica ediyoruz.

“Hangi madde, neden sakıncalıdır?

Kanun Tasarısı doğa koruma çalışmalarını yönlendirebilecek, doğaya yönelik tehditleri ve çatışmaları (madenler, kentleşme, enerji-HES vb.) giderebilecek içerikten yoksundur. “Koruma” vurgusu çok zayıf ve yetersiz, “kullanma”ya yönelik düzenlemeler ağırlıktadır.

Birçok belirleyici madde ve uygulamayla ilgili kritik hükümler gelecekte hazırlanacak yönetmeliklere bırakılmıştır. Bu durum Kanun Tasarısı’nın temel hedefini ve etkinliğini büyük ölçüde zayıflatmaktadır.

“Doğal Sit” statüsü ortadan kaldırılmaktadır. Doğal sitler bugün Türkiye’de hala bakir kalmış kıyılara sahip olabilmemizin nedenidir. Bunun yanı sıra HES’ler başta olmak üzere, doğal sit alanlarında gerçekleştirilen ve doğaya zarar veren birçok müdahale, koruma kurulları ve mahkemelerce engellenebilmiştir.

Tasarı’nın 6.maddesi olan “yeniden değerlendirme” kısmı endişe vericidir. 6. maddenin 1. bendinde “Gerçek veya tüzel kişilerin önerileri ile daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş korunan alanların sınırlarının değiştirilebileceği, kısmen veya tamamen farklı statü kapsamına alınabileceği veya koruma kararlarının kaldırılabileceği”, belirtilmiştir. Ülkemizdeki korunan alanların sayısı, zaten birçok Avrupa ülkesinin ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle kabul edilen hedeflerin gerisindedir. Ülke yüzölçümünün sadece %4-5’i civarında olan korunan alanlarımızın artırılması gerekirken, bu madde ile mevcut korunan alanlarımız da “korumasız” kalacaktır. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler (BM Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi gibi) ve AB yaklaşımı dikkate alındığında, Türkiye’nin zaten yeni korunan alanlar ilan etmesi ve bunları daha etkili bir şekilde koruması gerekmektedir. Tasarıda geçen “yeniden değerlendirme” adı altında mevcut korunan alanlarımızın dahi koruma güvencesinden mahrum kalması kabul edilemez.

BUNU DA OKU:  12 bin yıllık ormanı kömür madeninden kurtarmak için ağaçlarda yaşıyorlar

tabiat

Tasarı’nın 8. Maddesinde yer alan “üstün kamu yararı” ifadesi son derece muğlâk ve suiistimale açıktır. Üstün kamu yararı adı altında doğal alanlara zarar verebilecek birçok yatırımın önü bu madde ile açılmaktadır. Halk sağlığı ve milli güvenlik gibi kritik konular “üstün kamu yararı” gerekçesi olarak kabul edilebilir. Ancak, 8. maddenin 4. bendinde “çevreye yarar” diye son derece muğlâk ve suiistimale açık bir ifade kullanılmıştır. Çevreye yarar ifadesine dayanarak madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok yatırımın kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi mümkün olacaktır.

Tasarı’nın 9. Maddesinde yer alan “bilgilendirme ve katılım”a dair kısımda, herhangi bir alanda gerçekleştirilecek koruma ve planlama çalışmaları hakkında yöre halkı yalnızca bilgilendirilecektir. Söz konusu maddenin üst başlığı her ne kadar “bilgilendirme ve katılım” olsa da gerçekte yapılacak olan yukarıdan aşağıya bir bilgi verme sürecinden ibarettir. Tasarıya göre yöre halkının karar alma aşamalarında yeri yoktur. Gerçek anlamda katılım olması için bilgilendirme yapılmasının yanı sıra, paydaşların görüşlerinin dinlenmesi, işbirliği ve aktif katılımla karar alma ve uygulama sürecinin “birlikte” şekillendirilmesi gereklidir.

Tasarı’nın 10. maddesinin 2. bendinde “Korunan alanda işletme yetkisi, kısmen, talepte bulunmaları halinde il özel idarelerine, belediyelere, bu Kanunun amacına uygun faaliyetler yürüten vakıf ve derneklere ilgili bakanın onayı ile devredilebilir veya geri alınabilir” denmektedir. Valiliklere bağlı İl Özel İdaresi’ne yapılan yetki devirlerinin onarılması imkânsız tahribata yol açtığı en son Bolu-Abant Tabiat Parkı örneğinde yaşanmıştır. Korunan alan yönetimi gibi son derece hassas ve dikkatle ele alınması gereken bir sorumluluğun, konunun uzmanı olmayan ve yeterli teknik bilgi birikimine sahip olmayan kurumlarca yerine getirilmesi ciddi ve geri dönüşü olmayan kayıplara neden olabilir.

BUNU DA OKU:  Yediğimiz hayvanlar hakkında gerçekler ve rakamlar

2011 yılında TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edilen üçüncü tasarıda yer alan Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu, Mahalli Tabiatı Koruma Kurulları ve Tabiatı Koruma Bilim Heyeti mevcut tasarıdan çıkarılmıştır. Tasarı, koruma alanlarıyla ilgili karar süreçlerinin tamamında Bakanlığı tek yetkili kılmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin, yerel yönetimlerin hatta ilgili diğer kamu kurumlarının katılımı göz ardı edilmiştir. Tasarının 10. Maddesinde “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Danışma Kurulu”nun kurulması öngörülmüş ancak, kurulun teşkili, görevi ve ne şekilde işleyeceğiyle ilgili herhangi bir hüküm getirilmemiştir. “Kurulun oluşturulması, çalışmasına dair usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir,” şeklinde bir keyfilik öngörülmüştür. Bu durum çağdaş ve demokratik bir işleyişe uygun olmadığı gibi taraf olduğumuz sözleşmelerin “katılımcılık” ilkesini de göz ardı etmektedir.

Tasarı’nın 20. maddesinde “Tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın yaşama alanına dönüştürülür” ifadesi açık bir biçimde bir alandaki tahribatın meşrulaştırılması ve tahribatın giderilmesi için yapılabilecek rehabilitasyon çalışmalarının zaafa uğratılmasına zemin hazırlamaktadır. “En yakın yaşam alanı” ifadesi bilimsel altlıktan yoksundur ve tam anlamıyla ne kast edildiği açık değildir.

Tasarı’nın 29. Maddesinde “bu Kanun kapsamında giren alanlarda 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na göre kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm merkezi olarak ilan edilecek yerler için Bakanlığı uygun görüşü alınır” denilmektedir. Bu madde ile zaten ülke yüzölçümümüzün ancak %4-5’ini kaplayan korunan alanların “turizm teşvik” adı altında yapılaşmaya ve diğer insan kullanımlarına açılması mümkün kılınmıştır.

Tasarı’nın 57. Maddesinde “9.8.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır” ifadesi yer almaktadır. 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesidir. Tasarı’da korunan alan statülerinden biri olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu alanların hangi usul ve esaslara göre yönetileceği, korunacağı belirsizdir. Milli Parklar Kanunu’nun bu Tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması hâlihazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Parklarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir. Özellikle, son dönemde sayıları hızla artan HESlere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanaktır ve bu düzenlemeyle beraber bu dayanak ortadan kaldırılmaktadır. Bakanlığın bu Tasarı yasalaştıktan sonra çıkarmayı planladığı yönetmeliklerin kamuoyu ve ilgili STK’larca önceden bilinmesi ve müdahale edilmesi mümkün olmayacağı için Milli Parklarımızı nasıl bir sürecin beklediği endişe uyandırmaktadır.”

BUNU DA OKU:  Hayvan Hakları Yasası'nda neler yok?

İMZALA

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Deniz Aytekin

Boğaziçi Üniversitesi'nde felsefe okudu. Çevre, edebiyat ve felsefe alanlarında yazarlık, çevirmenlik ve editörlük yapıyor.

Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Doğal Kaynaklar, Ekoloji, Gündem, İklim Değişikliği, Kent, Yeşil alanlar
Kırmızı halının bu yılki yıldızı Naomie Harris

Doğa dostu ve sürdürülebilir tasarımın kırmızı halıya her şeyden çok yakıştığı bir kez daha kanıtlanacak

Kapat