Anayasaya yeni bir yaklaşım
Bildiğiniz üzere geçtiğimiz aylarda sıkça Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sını tartıştık. Anayasa, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen kabul görmüş kurallar bütünü olduğu için kişilerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına almalıdır. Bu bağlamda, Anayasa’mıza artık içinde yasadığımız hayatla uyumlu bir bakış açısı getirmenin vakti gelmiştir.
Yeşiller Partisi bünyesinde, Anayasaya ekolojik bir yaklaşım için çalışmalar, geçtiğimiz aylarda başlatıldı. İşte bu çalıştaydan bir parça:
19 Şubat günü yapılan atölye çalışmasında iki sorunun yanıtı aranmıştır:
1- Doğa yeni Anayasada bir hak öznesi olarak nasıl tanımlanabilir? Tüm canlıların hakları ve hayvan hakları nasıl formüle edilebilir?
2- Doğa yaşam alanlarının tahribini, suyun, madenlerin, ormanların, tarım alanlarının özelleştirilmesini ve/veya amaç dışı kullanımını önleyecek ilkeler Anayasa’ya nasıl dahil edilebilir? Halkın ve yerel toplulukların, yaşam alanlarını korumak için, yerel, bölgesel ve diğer karar mekanizmalarına katılımı nasıl güvence altına alınabilir? Atölye çalışmasının sonucunda aşağıdaki temel noktalar, tartışılmak üzere not edilmiştir:
– Yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içerisinde insanların ve tüm canlıların yaşam hakkı esastır. Yaşam hakkı en üst düzeydeki haktır ve insanın da bir parçası olduğu Doğayı korumak yaşamı korumak demektir. Doğaya verilen zarar insana da verilmiş olur.
– Doğa bir hak öznesi olarak tanımlanmalıdır. Yeryüzünün/Doğanın haklarından, devletin ve bireyin ise bu hakları güvence altına almak üzere görev ve sorumluluklarından söz edilmelidir. Bu noktada doğanın ve yeryüzünün tanımlanması da gerekir, çünkü bu kavramların doğru tanımlanmaması yanlış anlamalara ve kötüye kullanıma yol açabilir. Bu arada Anayasadaki orman tanımının değiştirilmesi ve ormanın bir ağaçlar topluluğu olarak değil, bir ekosistem olarak tanımlanması da son derece önemlidir.
– Su, tohum ve diğer doğal varlıkların kaynak olarak değil, Doğanın bir parçası ve onlara bağlı yaşayan tüm canlılara ait olarak görülmesi bir hak öznesi olarak Doğanın tanımlanmasında önemli bir kavramsal açılım olacaktır.
– İnsan, çıkarları ve geleceği doğadan ayrı ve bağımsız varlık olarak kabul edilemez. Bu nedenle insan merkezli (antroposentrik) değil yaşam ve ekoloji merkezli (biyo/ekosentrik) bütüncül bir hak anlayışı tercih edilmelidir.
– İnsan, Doğanın/Yeryüzünün emanetçisi olarak görülmelidir. Doğal varlıkların insana emanet edilmiş olduğu, insanın gerektiği takdirde kendi haklarını savunmayacak olan doğanın ve diğer canlıların vekilliğini üstlenebileceği kabul edilmelidir. Emanetçilik kavramı aynı zamanda nesiller arası adalet ve sürdürülebilirlik kavramlarıyla da ilgilidir. Kaynakların, üretim tarzlarının, ürün çeşitliğinin ve biyolojik çeşitliğin gelecek kuşakların emaneti olarak korunması son derece önemlidir.
– Ekolojik kriz, iklim değişikliği, kaynakların tüketilmesi ve doğanın tahribi nedeniyle geleceği tehlikeye giren yeryüzünün korunması için bugün yaşayan insanlar ve diğer canlılar kadar, gelecek kuşakların hakları da mutlaka güvence altına alınmalıdır.
– Doğanın hakları çerçevesinde, çevre sorunlarının ve kirliliğin ulusal sınırlarla sınırlandırılamayacağı, küresel bir anlayışın zorunlu olduğu kabul edilmelidir.
– Dilsel ve kültürel çeşitlilikle biyolojik çeşitlilik arasındaki bağın dikkate alınarak dillerin ve kültürlerin de doğa ile birlikte korunmasının güvence altına alınması sağlanmalıdır.
– Vatandaşın ödevleri dahilinde doğayı korumak ve emanetçisi olmak anlamında Ekolojik vatandaşlık kavramına anayasal bir içerik kazandırılmalıdır.
– Çevre konularında yerel karar alma mekanizmalarının güçlendirilmesi için sivil toplumun ve yerel halkın ilgili komisyonlarda yer almasının sağlanması, referandum gibi aktif katılım sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi ve ademi merkeziyetçilik vazgeçilmez ilkelerdir. Ayrıca şeffaflık ve hesap verebilirliğin anayasal güvence altına alınması sağlanmalıdır.
– Kamu yararı ilkesinin ekolojik bakış açısıyla yeniden tanımlanması, Doğa ile ilgili kamusal kararları denetleyecek özerk kamu denetçisi mekanizmasının anayasada yer alması gerekmektedir.
– Ekolojik olarak sürdürülebilir, sosyal olarak adil bir ekonomik sistemin geliştirilmesi anayasal olarak güvence altına alınmalıdır. Doğal sistemlerin kendini var etme ve yenileme yetisine zarar vermeyen, uyum içinde bir varoluş sağlamak için ekonomik önceliklerin değiştirilmesi, yapılan tüm insani faaliyetlerin biyolojik kapasite göz önüne alınarak yapılması sağlanmalıdır.
– Doğayla insanın etkileşimine dair her türlü ekonomik girişim için kullanılan ihtiyatlılık ilkesine anayasal bir içerik kazandırılmalıdır.
– Temiz suya erişimin bir insan hakkı olarak tanımlanması, gıda hakkına ve sağlıklı beslenme hakkına temel insan hakları arasında yer verilmesi son derece önemlidir.
– Hayvanlara yönelik işlenen suçların kabahat kapsamından çıkarılarak hayvan hakları anlayışı çerçevesinde suç olarak tanımlanması ve hayvan haklarına anayasal bir içerik kazandırılması son derece önemlidir.
– İklim değişikliği, küresel ısınma, çevre kirliliği ve doğanın korunması ile ilgili tüm uluslararası anlaşmaların imzalanması ve iç hukuka aktarılması sağlanmalıdır. Atölye çalışmasında yukarıda sayılan öneriler çerçevesinde doğanın bir hak öznesi olarak tanımlanmasını içeren genel ilkeler ve gerekçelerin yanı sıra çeşitli maddelerin de formüle edilmesi gerektiği dile getirilmiştir.
Bu maddeler arasında doğa hakkının tanımlanacağı maddelerin yanı sıra devletin şekline ve cumhuriyetin niteliklerine dair 1. ve 2. maddelerin de geliştirilmesinin yer alabileceği, bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, sosyal ve laik olmanın yanı sıra ekolojik bir hukuk devleti olduğu ve insan haklarına olduğu kadar doğanın haklarına da saygılı (ya da dayalı) olduğu tespitine yer verilmesinin önerilebileceği belirtilmiştir.
Daha detaylı bilgiyi buradan edinebilirsiniz.