Kenya: Yeni bir sayfa
Geçen yıl ortağım Oliver Slipper’dan Londra Hayvanat Bahçesinde (London Zoo) düzenlenen ve kendisinin onur konuğu olduğu bir yemeğe davet aldım. London Zoo, ZSL (Zoological Society of London) tarafından yönetilen ve 1828 yılında kurulmuş dünyanın en eski bilimsel hayvanat bahçesi. ZSL de dünyadaki hayvanların ve yaşam alanlarının korunması için 1826 yılında kurulmuş bir yardım kuruluşu. Detayları merak edenler şu linke bakabilir.
Oliver Londra Hayvanat Bahçesi’nin Nepal’deki nesilleri tehlike altında olan kaplanları koruma amaçlı bir projeye destek oldu. Destek kapsamında yapılan bir açık arttırmadan da bana Kenya’ya iki kişilik safari turu çıktı.
Daha sonra bu turu ZSL’e hediye eden Cazenove+loyd adındaki acente ile iletişime geçip kızlarımızı da geziye dahil ettik ve Kenya’ya gittik. Toplamda 7 gün geçirmemize rağmen o kadar yoğun ve güzel zaman geçirdik ki, her şeyi yazmak istiyorum ama hepsini yazmak sayfalar sürecek. Bu nedenle yazıyı günlere bölerek yazmaya karar verdim. Umarım sıkılmadan hepsini okursunuz
1. Gün: Emakoko – Kilaguni Serena Safari Lodge
Wilson havaalanına Safarilink şirketinin küçük uçakları ile Kilaguni’ye gitmek üzere yola çıktık. Safarilink, Kenya’nın çeşitli noktalarına yolcu varsa kalkan uçaklar çalıştıran bir şirket ve ulaşımı son derece kolaylaştırıyorlar. Bizden başka 2 yolcu daha olan 12 kişilik bir uçakla Kilaguni’ye 40 dakikada vardık.
Kilaguni Serena Safari Lodge, Kenya’nın güneyindeki Tsavo West National Parkı’nda yer alıyor. Tsavo West ve Tsavo East parkları toplamda 22.000 km kare (bir kenarı 150 km olan bir kare gibi düşünün) olan çok büyük bir park. Yani İsrail’den daha büyük, Belçika’dan az küçük bir alan düşünebilirsiniz. (Detaylı bilgi için : http://www.tsavopark.com/)
Uçağın indiği toprak pistte zebralar ve antiloplar bizi karşıladı. Oradan da yürüyerek otele geldik ve acele bir kahvaltıdan sonra bizi bekleyen safari aracımızla ilk turumuzu yapmaya başladık. Bu arada dört çeker ciplerle yapılan bu Safari turlarına Game Drive deniyor. İlk turumuz olduğu için ne görsek ilgimizi çekiyordu. Bu arada biz gelmeden önce 5 aydır hiç yağmur yağmadığı için ciddi şekilde kuraklık çekildiğini ve biz geldiğimiz gün ciddi yağmur yağdığını söylediler. Londra’dan yağmur getirdiğimiz için çok mutluydu herkes. Çünkü bu parkta hayvanların en büyük dertleri su bulmak ve kuraklık dönemlerinde su bulmak için çok uzun mesafeler yürümek zorunda kalabiliyorlar. Bu arada Kenya’da en yoğun turist dönemi en az yağış olan mart ayı iken, en az yoğun olan donem de en yağışlı olan nisan ayıymış.
Kenya’da çok çeşitli hayvanlar olsa da Big Five dedikleri aslan, leopar, fil, bufalo ve gergedan insanlar için en tehlikeli 5 hayvan ve bunlar en çok ilgi gören ve soyları da hızla tükenen hayvanlar. Buraya gelen herkesin amacı özellikle bu 5 hayvanı görebilmek. Söylediklerine göre bunların içinde de insanlar için en tehlikelisi bufalolar çünkü her zaman çok agresif oluyorlarmış ve bu yüzden insanları öldürme oranı hepsinden fazlaymış. Gergedanlar görülmesi en zor hayvan, çünkü çok az kalmışlar. Bu arada gergedanlar da beyaz ve siyah diye ikiye ayrılıyor, siyah olanlar ağaç yaprakları ile besleniyor ve çeneleri üçgen gibi daha dar. Beyaz olanlar ise yerden ot yiyorlar ve çeneleri su aygırına benzer şekilde geniş. Siyah gergedanlar çok daha tehlikeli hayvanlar ve Kenya’da bulunanlar daha çok siyah olanlar. Leoparlar da çok iyi saklanabilen hayvanlar olduğundan görülmesi çok kolay değil.
Sabah turumuzda bolca zürafa, zebra, antilop ailesinden çeşitli türler, bir maymun çeşidi olan babun, çeşitli kuşlar gördük ama en çok görmek istediğimiz aslan ve fili göremedik. Yağmur yağmış olması yüzünden su içmek için artık farklı yerlere gidebilmeleri işimizi biraz zorlaştırmıştı anladığım kadarıyla. Öğle yemeği için otele döndük ve öğleden sonra yapacağımız tura kadar biraz dinlendik. Öğlen turumuzda aslan ve fil görmek için başka yerlere gittik ama park o kadar büyük ki gezebildiğimiz yer oranı belki de yüzde 5’i bile değildir.
Ama sonunda bir fil ailesi görmeyi başardık. Afrika filleri ile Asya filleri arasındaki en büyük fark kulakları. Afrika fillerinin kulakları daha büyük ve şekli Afrika kıtasına benzerken, Asya fillerinin kulakları çok daha küçük ve Hindistan’ın şekline benziyor. Afrika filleri ayrıca çok agresif hayvanlar ve evcilleştirilemiyorlar. Yanlarına çok fazla yaklaşmaya kalkarsanız sizi kovalamaya başlıyorlar ve çok da hızlı koşabiliyorlar. Gördüğümüz bu aileye biraz fazla yaklaştığımız için epey bir heyecanlandık doğrusu.
Akşam otelde yemek yerken, otelin önündeki su göletine hayvanlar gelmeye başladı. Bir süre sonra 20’den fazla filin geldiğini görünce bütün gün boşuna koşturmuşuz diye düşünmedik değil doğrusu. Otel çalışanları gece yarısı başka bir sürü hayvanın da geleceğini söylediler ama biz iki saatlik uyku ile durduğumuz için dayanamadık ve yattık.
2. Gün: Kilaguni Serena Safari Lodge
Bir gün öncesinin uykusuzluğu ve yorgunluğu nedeniyle ertesi gün sabah otelde kalmaya karar verdik. Biraz geç uyanıp, otelde masaj yaptırıp keyif yapmak çok iyi geldi.
Öğleye doğru odaya gelen bir telefon ile ZSL’den (Dünyadaki hayvanların ve yaşam alanlarının korunması için 1826 yılında kurulmuş bir yardım kuruluşu) Chris Gordon’un bizi görmek istediğini söylediler. Chris, 3 yıldır ZSL Kenya ofisini yöneten, 12 yıldan fazladır Afrika ve Asya ülkelerinde yaşayan Zooloji mezunu bir İngiliz. Kendisine ZSL’den bizim geleceğimiz bildirilmiş, o da 2 gününü bizimle geçirmek için Kilaguni’ye gelmiş. Onun gelişi ile gezimiz bambaşka bir boyuta büründü.
Birlikte öğle yemeği yedikten sonra öğleden sonra 2 araba Game Drive yapacağımızı söyledi. Game Drive’dan sonra da bizi parkın içinde ZSL’in desteklediği Siyah Gergedanların korunması için özel olarak ayrılmış çok geniş bir alanda kurulu olan Ngulia Rhino Sanctuary’ye götürdü.
Burası çok sayıda Ranger dedikleri otomatik silahlı ve gergedanları ya da filleri avlamaya çalışan avcıları öldürme izni de olan korucular tarafından korunan çok özel bir yerdi. Normalde hiç kimsenin giremediği bu alana Chris sayesinde girdik. Chris saat 20:30 gibi gergedanların su içmeye geldikleri bir gölet olduğunu ve o zamana kadar kendisinin de ara sıra kaldığı 2 odalı, lojman gibi kullanılan bir kulübeye gidip yemek yiyeceğimizi söyledi. Kenyalı şoförümüz Ben, Chris ve bizler hayatımızdaki en keyifli akşam yemeklerinden birisini yedik.
Hava iyice karardı ama dolunay sayesinde biraz ortalığı görebiliyorduk. Korucularla birlikte göletin olduğu yere gittik. Karanlıkta ben bir şey göremiyordum ama göletin yanında korucuların kendilerini korumak için yaptıkları bir beton bölmenin içine girdik. Bize gece görüş dürbünü verdiler, o anda gözlerime inanamadım. En fazla 70 metre ilerimizde 3 tane dev gibi fil su içiyordu. Onların yanında bir sürü bufalo, antilop, çakal da vardı. Ama asıl görmek istediğimiz gergedanlar henüz gelmemişti. biraz daha bekleyince onlar da gelmeye başladı. Gergedanların gözleri iyi görmüyor ama burunları ve kulakları çok hassasmış, rüzgâr da bizden onlara doğru estiği için bizim varlığımızdan haberdar olduklarını anlayabiliyorduk. Mümkün olduğunca sessiz şekilde 2 saate yakın bu hayvanları izledik. Yaşadığımız bu 2 saat o kadar özeldi ki, şoförümüz Ben, 10 yıldır bu işi yapmasına rağmen ilk defa burayı görüyordu.
Böylece Big Five’tan 3 tanesini görmenin mutluluğu ile otele dönmek için arabalara bindik. Otele dönerken birden bire önümüzden bir şey geçti, Chris arabayı durdurdu ve 2 tane leopar geçtiğini söyledi. Sonra arabanın farlarını çalılığa tutunca, leoparlardan birisinin bize baktığını gördük, bir süre bakıştıktan sonra leopar çalılıklar arasında kayboldu. Böylece hiç ummadığımız bir anda dördüncüyü de görmüş olduk ve hedefte sadece aslan kalmış oldu.
Otele yaklaşırken birden bire inanılmaz bir yağmur yağmaya başladı, 2 metre önümüzü göremiyorduk. Bir yandan yağmur yağmasına seviniyorduk ama bir yandan da ortalığı sel götürecek diye korktuk. Chris bu yağmurların çok yerel olduğunu, bazı yerlere bu şekilde çok şiddetli yağarken bazı yerlere damla düşmediğini söyledi.
Yatmak için odalarımıza gideceğimiz sırada Chris, ertesi sabah Richard Moller adındaki bir arkadaşının 2 kişilik uçağı ile Kilaguni’ye bizi görmeye geleceğini ve parkın üzerinde bizi uçağıyla gezdireceğini, bu yüzden de sabah erkenden uyanmamız gerektiğini söyledi. Hiç beklemediğimiz bu uçak gezisi bizi fazlasıyla heyecanlandırdı.
3. Gün: Kilaguni Serena Safari Lodge
Sabah 6:30 gibi uçuş pistinde Richard’i beklemeye başladık. Richard geldi ve önce Ayşegül’ü yarım saat gezdirdi. Sonra da beni 1,5 saat parkın üzerinde dolaştırdı. Bir gün önce gezdiğimiz gergedanları koruma merkezini, akşam yemeği yediğimiz kulübeyi ve gergedanları tepeden görmek inanılmaz bir deneyim oldu. Daha sonra onlarca fil, zürafa, bufalo ve diğer hayvanların üzerinden geçtik.
Richard bu küçük uçağı ile her gün parkın üzerinde uçarak avcıları bulmaya çalışıyormuş ve gördüğü şüpheli durumları koruculara bildirerek yasak avlanmanın önüne geçmeye çalışıyormuş. Kendisi de Kenya doğumlu ve Kenya vatandaşı 50-55 yaslarında beyaz azınlıktan birisi olan Richard, hayatını tamamen doğal hayatı koruma projelerine adamış ve her türlü riski de göze alarak inanılmaz bir mücadele veriyor.
Gergedanların boynuzlarının Vietnam, Çin gibi uzak Asya ülkelerinde kansere iyi geldiği, çok içki içilen günlerin sabahında ayılmaya yardımcı olduğu, afrodizyak etkisi olduğu gibi yanlış inanışlar yüzünden çok değerli olduğunu öğrendim. Kilosu $60,000’a satılıyormuş. Fillerin de dişleri yüzünden öldürüldüğünü zaten biliyordum. Bu iki hayvan bu yüzden çok ciddi şekilde tehdit altında ve avcılar da kazanç çok büyük olduğu için hayatları pahasına bu riski alıyor. Richard ve Chris sadece avcıları değil bunun ticaretini yapan kişileri de yakalamak için dedektif gibi çalışıyorlar. Ama her az gelişmiş ülkede olduğu gibi uğraştıkları en önemli konulardan birisi de rüşvet ile bu çabalarının boşa gitmemesi. Bu yüzden çok ciddi bir kamuoyu desteği yaratmak için de uğraşıyorlar.
Uçak gezimizin sonunda Richard kahvaltıda bize katıldı ve annesi öldürülmüş yavru bir leoparı yaşatmak için 20 aydır verdiği çabayı anlattı. Biz ağzımız açık şekilde bunları dinlerken bir yandan kendi yaşantımızı da gözden geçirip durduk.
Richard kahvaltı sonrası bizden ayrıldı ve biz de dinlenmek için odamıza gittik, yüzme havuzunda biraz zaman geçirdik. Sonra öğleden sonra Chris ve Ben ile birlikte oradaki son Game Drive’mızı yapmak için buluştuk. Harika yerler ve hayvanlar gördük. Daha sonra Mzima Springs adında bir yere gittik. Bulunduğumuz bölge tamamen volkanik bir bölge. Hatta çok yakın zamanda patlamış bir yanardağın lavlarının akıp donduğu yerleri bile görebildik. Mzima Springs bu volkanların arasında yer altı sularının yüzeye çıktığı büyük bir pınar. Bu pınar 50 kilometrelik bir nehir oluşturuyor ve bu nehirde su aygırları, timsahlar, balıklar, maymunlar dolu. Burada da dolaşırken birden bire bastıran yağmura yakalandık.
Daha sonra Roaring Rocks (Kükreyen Kayalar) denen bir yere gittik. Burası oldukça yüksek, rüzgarda kükremeye benzer sesler çıkardığı için bu ismi almış bir yerdi. Oraya çıkarken yağmur yağmaya başladı ama ellerimizde biralarımız tepeye kadar çıktık. Tepede yağmur yağarken güneş de olduğundan çok büyük bir gökkuşağını fotoğraflama şansı yakalamış oldum. Bulunduğumuz tepeden 360 derece etrafımıza bakabiliyor ve insan eli değmiş hiçbir şey görmüyorduk. Sadece yağmur ve rüzgâr sesi duyuluyordu. Doğayla bütünleşmek böyle bir şeymiş, onu iyice anlamış olduk.
Hava kararmaya başlamadan otele dönmeye başladık. Güneş batarken oluşan manzaralar nefes kesici güzellikteydi. Otele geldik ve Chris ile güzel bir akşam yemeği eşliğinde ZSL olarak doğal yaşamı korumak ile ilgili neler yaptıklarını detaylı şekilde konuştuk. Bugüne kadar bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki sayesinde, sonraki günlerde sürekli bir turist olarak değil de bir sosyal girişimci olarak neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Sözde hiç proje düşünmeyeceğim bir tatil olacaktı bu gezi ama tam tersine bir sürü proje üretmeye başladım.
4. Gün: Ol Donyo
Kilaguni’deki harika geçen 3 günün sonunda Chris’den ayrılarak şoförümüz Ben ile Chyulu Hills National Park içindeki Ol Donya Lodge’a gitmek için yola çıktık. Ama Chris oraya giderken yolda MWCT – Maasai Wilderness Conservation Trust diye bir yere uğramamızı istedi.
Tsavo parkının hemen çıkışında tamamen doğanın ortasında bir kamp yeri gibi bir yere girdik, girişte bizi bir Maasai karşıladı. Daha sonra da kampın sorumlularından Güney Afrika vatandaşı Iain Olivier ve kendisi de bir Maasai olan Muterian Ntanin geldi. Bizi kamptaki herkesle tanıştırdılar. Bunlardan birisi kampın ve bölgenin tek doktoruydu. Bizi açık bir toplantı salonu gibi bir alana alıp 45 dakikalık bir sunum ile hem doğal yaşamı hem de burada yaşayan yerli halklardan birisi olan Maasai’leri nasıl birlikte korumaya çalıştıklarını anlattılar. Iain’in eşi ve 2 yaşındaki oğlu da bu kampta ve hayatlarını bu projelere adamış şekilde yaşıyor. Elektriğin sadece güneş panelleri ile sağlandığı, suyun tankerlerle taşındığı, en yakın kasabanın arabayla en az 2 saat uzaklıkta olduğu bir yerde böyle bir yaşam sürebilmek için insanın farklı bir motivasyonu olması gerekir ve ben bunu bu insanlarda gördüm.
Burada geçmiş yıllardaki en büyük sorun, hayvancılıkla geçinen Maasai halkının ineklerine ya da koyunlarına ya da bahçelerine saldıran aslan ve filleri öldürmeleriymiş. Bu proje ile artık böyle bir durum yaşandığında MWCT köylülerin zararlarını karşılamaya başlamış ve bu sayede öldürülen aslan ve fil sayısında çok ciddi azalma olmuş. Diğer bir sorun da savaşçılıkları ile ünlü Maasai erkekleri aslan öldürmeden erkekliğe adım atmış sayılmıyormuş. MWCT, bunun yerine Maasailer arasında bir olimpiyat düzenlemişler ve erkekliklerini burada kanıtlanması istenmiş ve bu çok tutmuş. Artık aslan öldürmek yerine şampiyon olmaya çalışıyorlarmış.
Buradan ayrılıp yola çıktık ve ilk defa köylerde yaşayan Maasai halkının gerçek ortamını arabadan da olsa gördük. Gerçekten büyük bir yokluk ve aynı zamanda vahşi hayvanlar nedeniyle büyük bir risk altında yaşıyorlar. Bir dahaki gidişimde en az 3-4 günümü bu insanlarla geçirebilecek şekilde ayarlamayı istiyorum, çünkü hepsi inanılmaz sıcak ve arkadaş canlısı insanlar. Kenya’da geçirdiğimiz 7 gün boyunca herkesi kendimize çok yakın hissettik.
Ol Donyo’ya giderken ana yoldan bir yola saptık, aslında yol demek bile doğru değil, çünkü sadece 4×4 arabaların gidebileceği 30 kilometrelik bir mesafeyi geçtik. Bu yolun 20. kilometresinde tek başına bir çocuğun elinde sopası ve bir poşetle yürüdüğünü gördük. Ben’e çocuğu arabaya almasını söyledim. Çocuk ana yoldan buraya 20 kilometredir yürüyordu ve hala yürümesi gereken en az 20 kilometre vardı. Suyu bitmiş, acıkmış ve iyice yorulmuştu. Kaç yaşında olduğunu sordum, 12 demesini beklerken 16 dedi. Elimizde ne kadar yiyecek varsa, su ve biraz da para verdik ve 5 kilometre sonra yolumuz ayrıldığı için bırakmak zorunda kaldık. Gece uyumak için güvenli bir yer bulup, sabah yola devam edeceğini ve çobanlık yapacağı ineklerin olduğu yere gideceğini söyledi. Kızlarımın kendi yaşlarındaki bir çocuğun hayatı ile kendi hayatlarını ne kadar karşılaştırabildiklerini bilemiyorum, ben hiç bir şey söylemedim, bunu kendilerine bıraktım.
Saat 4’te bizi bekleyen şoförümüz Jeremiah ile buluştuk ve Big Five arasında tek göremediğimiz hayvan olan aslanları görmek istediğimizi söyledik. Chyulu Hills, Tsavo’ya göre daha küçük ama çok daha yeşil bir park. Bu nedenle daha sık şekilde bir çok hayvan görebiliyorsunuz. Zürafa, zebra, antilop gibi hayvanlara artık bakmaz hale geldik ve doğrudan aslan görebileceğimiz yerlere gittik. Ancak 2 saate yakın aramamıza rağmen göremedik. En sonunda diğer iki arabanın şoförleri telsizle bize haber verdiler ve orada iki tane erkek aslan gördük. Dişi olan aslan bebekleri olduğu için çok utangaç olduğundan çalıların arasında saklanıyormuş. Anlattıklarına göre bu 3 aslan kardeşmiş ve geçen sene bir erkek kardeşleri daha varmış. Dördü birden bir zürafaya saldırmışlar ve zürafayı devirmişler ama zürafa erkek aslanlardan birisinin üzerine düşmüş ve hem aslan hem de zürafa ölmüş.
O gün otele döndüğümüzde bizi Big Life Foundation adlı bir kurumdan Nikki ve Jeremy adında iki kişi bekliyordu. Yine Chris bizim geleceğimizden kendilerini haberdar etmiş ve onlar da Big Life olarak ne yaptıklarını bize anlatmaya gelmişler. Big Life, Richard Bonham ve Nick Brandt tarafından 2010 yılında kurulmuş kar amacı gütmeyen, yerel halkla birlikte kalıcı çözümler üretmeye çalışan çevreci bir sivil toplum kuruluşu. Nikki Amerikalı, Jeremy ise Güney Afrikalı ve bu kuruluşta çalışıyorlar. Bize yaptıkları sunumdan sonra birlikte çok güzel bir akşam yemeği yedik ve onların hikayelerini öğrendik, kendi hikayelerimizi anlattık. Gecenin sonunda ertesi gün Richard Bonham’ın bizi evine yemeğe beklediğini söylediler. Çünkü Chris onu da bizim geleceğimizden haberdar etmişti. Tüm Kenya bizi bekliyormuş da haberimiz yokmuş gibi bir durum yaşıyorduk doğrusu. Big Life ile ilgili detaylı bilgi için : https://biglife.org/
Bu arada Nikki ve Jeremy, bize çok ünlü bir fotoğrafçı olan Big Life’in kurucularından Nick’in imzalı bir fotoğraf kitabını hediye etti. Nick’in web sitesinden bu fotoğraflara erişebilirsiniz, mutlaka göz atın : http://www.nickbrandt.com/
Devamı yarın…
Bu yazının tamamına Erdem Yurdanur‘un kişisel blogu üzerinden ulaşabilirsiniz.