Kenya: Yeni bir sayfa (2. bölüm)

(Yazının ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz)

5. Gün: Ol Donyo
Bir gün önceden JoJo, game drive’i at sırtında mı yoksa yine arabayla mı yapmak istediğimizi sormuş, biz de atla yapmak istediğimizi söylemiştik. Sabah erkenden uyandık, çok hafif bir şeyler atıştırıp önce kendimize uygun başlıklarımızı seçtik ve atlarımıza bindik. At sırtında diğer hayvanların arasında gezmek daha farklı bir duygu gerçekten, onlarla aynı şartlarda olduğunu hissediyor insan. Yaklaşık 1,5 saat at sırtında gittikten sonra hepimiz yorulduk ve ben daha ne kadar gideceğiz dediğim anda biraz ötede karşımda inanılmaz bir manzara gördük. Çok güzel bir ağacın altına 4 kişilik bir masa konmuş, üzerinde beyaz örtü ve kahvaltı hazırlanmış. Öyle büyük bir sürpriz oldu ki bizim için hepimiz şaşkınlıktan dilimizi yutar hale geldik. Hayatımın en keyifli kahvaltılarından birisini yaptık.

Otele döndükten sonra öğleden sonraki game drive’a kadar odanın keyfini çıkaralım dedik ve havuzda zaman geçirdik. Öğleden sonra çıktığımız turdaki amacımız çok sıkça görüldüğü söylenen Çita’ları görmekti ama ne yazık ki göremedik. Jeremiah, seneye de gelmemiz için saklandıklarını söyledi, biz de tamam öyleyse deyip mutlaka geleceğimizi söyledik.

Akşam Richard Bonham’in evine gitmek için hazırlanırken ben de internetten kendisi ile ilgili biraz araştırma yaptım. Meğer Kenya’nın en önemli insanlarından birisi tarafından ağırlanacakmışız. Kendisi ile ilgili bir kaç haberi buradan ve buradan okuyabilirsiniz.

Richard, 2014 yılında en önemli çevrecilik ödüllerinden birisi olan Tusk Conservation Awards ödülünü kazanmış bir kişiydi ve ödülünü Prens William’dan almıştı. Akşam orman içinde tek başına duran evlerine gittiğimizde bizleri eşi, iki kızı ve 7 tane köpekleriyle karşıladılar. Sanki yıllardır tanışıyor gibi sıcak bir karşılamadan sonra biz kendimizi anlattık, çünkü onlar bizim kim olduğumuzu bilmiyordu, sadece ZSL ile ilgili birileri olduğumuzu biliyorlardı. Daha sonra Richard ve eşi de kendi hayatlarını anlattılar. Kenya ile ilgili o kadar çok bilgi edindim ki bunları başka bir şekilde öğrenmem çok mümkün olmazdı herhalde.

Kenya’da 42 kabile varmış ve her birinin de kendi dili. Bu kabileler birbirleri ile hiç anlaşamıyormuş ve Big Life yöneticileri kurum içinde çalışan farklı kabilelerden gelen insanlar arasında herhangi bir ayrım yapmadığını ispatlamak zorunda kalıyormuş. 42’den fazla kabileden 150’den fazla silahlı korucunun çalıştığı bir organizasyonu yönetmenin zorluğunu düşünebiliyor musunuz?

Richard ve eşi, 30 yıldan bu yana bu dağ evinde yaşıyorlar, çocukları burada doğmuş ve 6 yaşına geleni İngiltere’ye yatılı okula göndermişler. Çocuklar sadece uzun tatillerde eve gelmişler. Çocuklar da okullarında Kenya ile ilgili anlattıkları hiç bir şeye arkadaşlarının inanmadıklarını söylediler, bazıları onlarla Kenya’ya gelince anlıyormuş her şeyin gerçek olduğunu.

Bir ara konuşmanın ortasında Richard, filler geldi dedi. Hep birlikte sessizce evin bahçesine çıktık, bahçede küçük bir yüzme havuzu vardı ve havuzun diğer ucunda 3 tane dev gibi fil. Her gece havuzdan su içmeye geliyorlarmış ve Richard bu suyu tankerle para verip getirttiğini, her filin en az 200 litre su içtiğini, hatta içmekle yetinmeyip bol buldukları için birbirlerine fışkırttıklarını söyledi. Havuzun kenarına bir kamera yerleştirmişler ve gece boyunca buraya su içmeye gelen hayvanların fotoğraflarını çekiyorlar. Richard’in eşi Tara, yıllardır sabahları gazete okumak yerine o gece hangi hayvanların geldiğine baktıklarını söyledi. Bir gün önce çekilen resimlerdeki hayvanları gösterdiklerinde bunlardan birisinin bizim de daha önce gördüğümüz aslan olduğunu fark ettik.

BUNU DA OKU:  Hangi İnsan Hakları?

Richard’a bu kadar kısa sürede benim de bir çok proje düşünmeye başladığımı söyledim, bazılarını paylaştım da. O da bana tam da benim gibi proje üretecek, bu çabaları sürekli kılmak için daha çok insana ulaşacak insanlara ihtiyaç duyduğunu söyledi. Kendisinin tanıdığı ilk Türkler olarak harika bir geceden sonra otele döndük.

6. Gün: Hemingways Nairobi
Sabah erkenden bizi almaya gelen Safarilink uçağı ile Nairobi’ye uçtuk. 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Nairobi Wilson havaalanına geldik, oradan da Hemingways Nairobi adında 45 odalı butik bir otele geldik. Bu otel de her şeyiyle dört dörtlük bir oteldi ve çok yoğun gecen 6 gün sonunda bize çok iyi geldi. O kadar yorulmuşuz ki, masaj yaptırırken uyuyakalmışım ve masör beni uyandırmakta güçlük çekmiş.

Bu arada ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway, bu otelin Mombasa’daki şubesinde kalırmış. Çok araştıramadım ama sanırım otelin ismi oradan geliyor. Ernest Hemingway’in ünlü kitaplarından olan Kilinmanjaro’nun Karları adlı kitabını burada yazdığını biliyoruz. Kilimanjaro Tanzanya sınırları içinde yer alan ve 5895m yüksekliği ile Afrika’nin en yüksek dağı. Biz hem Kilaguni’de hem de Ol Donyo’da kalırken kuzeyden ona bakar durumdaydık.

Bütün günü otelde dinlenerek geçirdikten sonra akşam yemeğine Chris ve eşini çağırdık. Chris’in Güney Afrikalı eşi Anne Marie de çevre konusunda çalışan harika bir insan ve bütün gece Kenya’da yaşadıklarımız, Nairobi’de yaşam, bizim Türkiye ve Londra’daki hayatımız üzerine konuştuk.

Chris ile ben de Casablanca filminin son sahnesindeki repliği söyledik birbirimize : “I think this is the beginning of a beautiful friendship”.

7. Gün: Nairobi
Sabah çocukları otelde bırakıp son günümüzde bizi Nairobi’de gezdirecek şoförümüzle birlikte otelin çok yakınındaki Karen Blixen Müzesine gittik. Karen Blixen, Out of Africa romanının da yazarı ve bu romanda kendi hayatını anlatıyor. 7 Oscar kazanmış bu filmi seyretmeyen var mıdır bilmiyorum ama linki burada.

Ayşegül’ün en az 15 kez seyrettiği en favori filmi bu olduğu için bu müzeyi gezmemiz farzdı ve iyi ki de gezmişiz. Çünkü Karen’in Kenya için ne kadar önemli bir insan olduğunu anladım ben de. Meryl Streep ve Robert Redford’un çok başarılı oyunculukları ile öğrendiğimiz Danimarkalı Karen 1917 ile 1931 yılları arasında Kenya’da yaşayıp kahve üretmeye çalışmış. Sonunda iflas etmiş ama buradaki yerli halk için yaptıkları hiç unutulmamış. Hala bu bölgede bir çok kuruluşun adı Karen ile başlıyor. Nairobi’ye giderseniz buraya mutlaka uğrayın, biletlerinizi kapıdan alabilirsiniz.

BUNU DA OKU:  Afrika’da plastik farkındalığı terlikten yapılan bir gemi ile sağlanıyor

Burada geçirdiğimiz 1 saat sonrasında yeniden otele dönüp çocukları ve valizlerimizi alıp Giraffe Center’e gittik. Evcilleşmiş diyebileceğimiz zürafaları elimizle beslemek çok zevkliydi. Hatta ağzımızla bile besledik. Buradan çıkıp Nairobi Mamba Village’deki Crocodile Farm’a gittik. Burası da son derece ilginç bir yerdi, bir sürü timsahı bir arada görmek, yavru bir timsahı elimize almak oldukça zevkliydi.

Öğlen şoförümüz bizi yeşillikler içinde güzel bir yere yemeğe götürdü. Nairobi oldukça yeşil bir şehir, denizden yüksekliği 1800 metre civarında olduğu için ekvatorun hemen güneyinde olmasına rağmen hava sürekli 20-25 derece arasında ve çok nemli değil. Deniz kenarında olan Mombasa’nın çok sıcak ve nemli olduğunu söylüyorlar, ama orayı görmeden Kenya’yı gördüm demeyin diyen Kenyalı insanlarla da karşılaştık.

Yemekten sonra Galeria adındaki bir alışveriş merkezine gittik. Buraya girerken arabayı ciddi şekilde aradılar. Bunun nedeni 2013 yılında Somalili İslami bir örgütün bir alışveriş merkezine yaptığı terör saldırısı sonucu 67 kişinin öldürülmesiymiş. Bu saldırı sonucu Kenya’da turizm çok ciddi bir darbe yemiş, bir çok otel kapanmış, çok fazla insan işsiz kalmış. 4 yıl geçmesine rağmen bu saldırının etkileri sürüyor ve bunu en iyi anlayan insanlardan birisi de biz Türkleriz tabi ki.

Galeria’da bir çok hediyelik eşya aldık, yerimiz olsa daha da alırdık. Özellikle abanoz ağacından oyarak yapılmış heykeller inanılmaz güzeldi ama taşıyabilir durumda olmadığımız için alamadık. Kenya kahveleri ile de ünlü bir ülke, bu yüzden büyük bir süpermarkete girdik, bir sürü kahve çeşidi arasından oradaki müşterilere sorarak bir kaç tanesinden aldık. Şu anda bu yazıyı yazarken o kahvelerden içiyorum.

Kenyalılar gördüğüm kadarıyla kahveyi daha çok French press ile yapıyor, böyle olunca da kahve tanecikleri de bardağa dökülebiliyor. Halbuki filtre kahve makinesiyle çok daha güzel olduğunu düşünüyorum. O yüzden şu anda Kenya’dan alıp evde yaptığım kahve orada içtiklerimden daha güzel bence.

Buradan da çıkıp son olarak yetim kalmış yavru fillerin kaldığı bir merkez olan The David Sheldrick Wildlife Trust’a gittik. Buraya gitme nedenimiz buradaki yetim bir fil yavrusunu evlat edinmiş olmamızdı, çünkü Kenya’ya gelmeden önce turizm acentemiz bize bunu hediye etmişti. İsteyenler bu fillere bağışta bulunarak koruyucu aile olabiliyor ve onlar da her ay bu ailelere fillerle ilgili bilgiler gönderiyorlar. Filler 3-5 yaşlarına kadar burada kalıyor ve daha sonra doğaya salınıyorlar. Doğaya uyum sağladığına inanılıncaya kadar gözlemeye devam ediyorlar. 1 aylık bile yavruların olduğu bu merkezde inanılmaz güzel manzaralar var. 1 yaşına kadar bakıcılar yavrularla aynı yerde yatıyor, çünkü fil yavruları çok duygusal ve sevgiye ihtiyaçları var. Bizim filimizin linki şu.

BUNU DA OKU:  Güneyin gizli hazinesi: Kabak

Sizler de buraya siteye girip çocuklarınıza çok güzel bir hediye alabilir ve bu inanılmaz canlıların yaşamasına katkıda bulunabilirsiniz.

Fillerle geçirdiğimiz bu harika zamandan sonra Londra’ya dönmek üzere havaalanına gittik. Her anını dolu dolu geçirdiğimiz harika bir tatil oldu. Daha ayrılmadan özlediğimizi hissettik hepimiz.

Sonuç
Kenya gezisi bugüne kadar beni etkileyen en önemli gezi oldu diyebilirim. Bunun en öncelikli nedeni tanıştığım insanlar ve bu insanların yaptıkları heyecan verici çalışmalardı. Ben bugüne kadar Afrika’da yaşanan bir çok sorunla ilgili gelişmiş ülkelerin, kurumsal yapılarla çok daha etkin şekilde yardımda bulunduğunu sanıyordum. Ama bu kısa sürede gördüğüm kadarıyla burada da kurumlardan önce bu işlere gönül vermiş bireyler sayesinde yürüyor işler.

İkinci konu, burada yaşanan sorunların bir çoğu aslında Kenya’nın sorunu değil sadece. Yani buradaki doğal hayatı dünya mirası olarak düşünmek ve korumak için hep birlikte mücadele vermek gerektiğini düşündüm ilk defa. Bugüne kadar buraları korumak öncelikli olarak o ülkelerin sorumluluğu diye düşünürken, simdi onlarla eşit derecede bizim de sorumluluğumuz diye düşünmeye başladım.

Chris ile gergedanların korunması projesine ZSL üzerinden maddi destek sağlayacağımı konuştuk. Ama maddi destek dışında bu projelerin daha çok insana ulaşması, daha çok yardım toplanması ve sürdürülebilir şekilde doğanın ve insanların nasıl korunabileceği konusunda çözümler üretmemiz gerekiyor.

Zaten bu konuda daha detaylı bir yazı yazmak istiyorum ve bu yazı zaten çok uzun oldu ama sadece örnek olması acısından siyah gergedanlarla ilgili biraz bilgi vereyim. Tsavo’daki parkta 1970’lerde 8000 adet olan bu gergedanlar yasadışı avlanma sonucu 2002’de sadece 5 adet kalmış. Bu koruma projesinin başlatılması ile şu anda 92 adete çıkmış ve sayının artması için çok büyük bir mücadele veriliyor.

Yıllarca sürecek bir mücadele olacağı kesin, o yüzden ben bu projelere zaman ve para ayırmayı istiyorum. Bu projelerle ilgili yazılar yazmaya, daha çok bilgi vermeye çalışacağım, çünkü ben de bir çok şeyi son 10 günde öğrendim zaten. Benim bu çabama destek vermek isteyen doğa dostu insanlar olursa benimle her zaman iletişime geçebilir.

Bu gezi bana dünyanın sadece Türkiye demek olmadığını çok net gösterdi. Türkiye’de çok büyük sorunlarımız var ama bu başka sorunlarla ilgilenmememiz için bir bahane olmamalı. Ben harika projelerle uğraşan harika insanlarla tanıştım, gelin bu sorumluluğu sadece onların omuzlarına yüklemeyelim ve bir omuz da biz verelim.

Sürekli olumsuz haberler ile sinirlerimizin bozulduğu ülkemizin dışına bir bakış hepimize iyi gelebilir ve belki daha fazla enerji toplayarak ülkemizin sorunları ile de daha fazla ve çözüm odaklı uğraşmamızı sağlamak için umut verir.

 

Bu yazının devamına Erdem Yurdanur‘un blogundan ulaşabilirsiniz.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Erdem Yurdanur

İlkokul, ortaokul ve liseyi Uşak’ta okuduktan sonra 1985’de İstanbul’a Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği okumaya geldim. Arada 1991-1992 arası askerlik için Ankara’ya gitmek dışında 2013 Temmuz ayına kadar 28 yıl hep İstanbul. Temmuz 2013’den sonra ailecek İngiltere’ye, Londra’ya taşındık, bundan sonra ucu açık bir şekilde bir süre buradayız. 1990’da üniversiteyi bitirip Arçelik’te bilgi işlem bölümünde çalışmaya başladım. Okuldayken yazılımcı olmayı düşünmezken Arçelik’teki 5 yılım yazılımcılık anlamında dolu dolu geçti. Sonrasında 1995’de beraber çalıştığım arkadaşlarımla birlikte 6 kişi istifa edip Coretech’i kurduk. Büyük şirketlere yazılımlar yaptık, çok güzel projeler ürettik ve yazılımın benim için en iyi iş olduğunu düşündüm. Sonra Coretech içinde 1999 yılında internet ile ilgilenmeye başladım ve bu ilgi Kokteyl’in kurulmasına neden oldu. Ortağım Tarkan ile sadece internet ve mobil işler yapan Kokteyl’de çalışmaya başladık. Coretech B2B işler yaparken Kokteyl olarak biz sadece B2C işler yaptık. Sadece kendi hayallerimizin peşinde koştuk, iyi ki de koşmuşuz. Beygir.com, Mackolik.com, Sahadan.com gibi siteler bu hayalin sonucu ortaya çıktı. Spor ile ilgili işlerimizi Mackolik A.Ş. adında ayrı bir şirket haline getirdik, Kokteyl A.Ş. başka işler de yapmaya başladı, ama hepsi zevk alacağımız kendi hayalimiz olan projeler oldu. Mackolik A.Ş.’deki hisselerimizin önce 2012 yılında %51’ini, sonra 2016 yılında kalanını İngiliz Perform Group’a sattık. Bu 4 yıl boyunca onlarla birlikte Mackolik markasıyla değil ama tamamen bizim teknolojimiz ile dünya çapında işler yapmak için çalıştık. 2016 yılında Kokteyl A.Ş.’de uzun yıllardır birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız ile ortak olduk ve bundan sonra yolumuza 8 ortak olarak devam ediyoruz. Birlikte yine sadece kendi hayallerimiz olan projelerle uğraşıyoruz.

Bir cevap yazın

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Doğal Kaynaklar, Ekoloji, Ekoturizm, Hayvanlar, Kent
Kenya: Yeni bir sayfa

Yakın zamanda kızlarımızla toplam 7 gece kalacak şekilde Kenya’ya gittik. Toplamda 7 gün geçirmemize rağmen o kadar yoğun ve güzel...

Kapat