Bir şirketin tek var oluş amacı kâr etmek ve hissedarlarına para kazandırmak mıdır?

Mazars Denge CEO & Kurumsal Sürdürülebilirlik Elçisi Dr. İzel Levi Coşkun’la kurumsal sürdürülebilirliği ve kitabı Süreklilikten Sürdürülebilirliğe’yi konuştuk.

Sürdürülebilirlik konusu iş dünyasının yakın zamana kadar pek gündeminde değildi. Son yıllarda burada nasıl bir paradigma değişikliği var? 

Sürdürülebilirlik bağlamında benimsenmekte olan uluslararası normlar her geçen gün daha çok işlerlik kazanıyor. Ülkeler karbon emisyonları konusunda taahhütler vermeye başladılar. Bu gelişmeler giderek daha çok şirketin sürdürülebilir kalkınmayı gündemlerine almalarını sağlıyor.  McKinsey şirketinin 2014 yılında yaptığı bir araştırmaya göre CEO’ların en çok önem verdiği üç konu arasında yer alan sürdürülebilirlik her yıl artan bir grafik çiziyor.

2015 yılının başında Harvard Business Review (HBR) dünyanın en iyi CEO’larını seçerken kullandığı değerlendirme metodolojisini değiştirdi ve kriterlerinin yüzde 20’sini sürdürülebilirlik değişkenlerine ayırdı. 2020’ye gelindiğinde sürdürülebilirlikle birebir ilişki içinde olan iklim krizi, CEO’ların gündeminde ilk üç sırada yer almaya başladı. Günümüzde ise yalnızca büyük işletmelerin değil aynı zamanda KOBİ’lerin hatta startup’ların da sürdürülebilirlik stratejilerini oluşturduklarını ve sürdürülebilirlik kavramını şirket kültürü haline getirdiklerini, yaptıkları iş ile sürdürülebilir kalkınma amaçları arasındaki ilişkiyi net olarak kurabildiklerini açıkça görüyoruz.

Yakın zamanda EFRAG (European Financial Reporting Advisory Group) ve IFRS (International Financial Reporting Standandards) Vakfı’nın da ortak olarak yer aldığı ISSB (International Sustainability Standards Board) ileriki aylarda yayımlanacak olan standartlarla ilgili paydaşlarından geri bildirim aldılar. Bu standartlar genel olarak işletmelere bundan böyle iklim krizine yönelik olarak iş modellerinde, stratejilerinde, operasyonlarında nasıl bir yol izlediklerini, hangi risk ve fırsatları ne şekilde değerlendirdiklerini paydaşlarına açıklama zorunluluğu getirecek. Geleceğin raporlama temeli entegre raporlama olacak. Entegre raporlama bildiğiniz gibi finansal olan veriler ile olmayan verileri bir araya getirmekten öte bunların arasındaki ilişkinin anlatılmasını amaçlıyor.   

İş ve hayat tecrübem arttıkça, salt finansal verilerin işletmelerin değerini ya da başarısını ölçmek konusundaki yeterliliğini sorgulamaya başladım. Bir şirketin tek varoluş amacı kâr etmek ve hissedarlarına para kazandırmak mıdır, toplum ve çevre ile olan ilişkisi nedir?


Siz ise uzun süredir bu konuda aktif olarak çalışıyor ve fikir önderliği yapıyorsunuz. Odağınızı bu konuya çevirmenizdeki sebepler nelerdi?

Ben çalışma hayatıma uzun bir süre fiyat rekabeti, büyüme hırsı, sürekli kâr baskısı ve kendi çıkarını maksimize etmek gibi yaklaşımların iş hayatının vazgeçilmezleri olduğu varsayımıyla devam ettim. İşletmelerin başarısı, benim de oluşturmak ve kontrol etmekle yükümlü olduğum finansal tablolarla ölçülüyordu. Ancak iş ve hayat tecrübem arttıkça, salt finansal verilerin işletmelerin değerini ya da başarısını ölçmek konusundaki yeterliliğini sorgulamaya başladım. Bir şirketin tek varoluş amacı kâr etmek ve hissedarlarına para kazandırmak mıdır, toplum ve çevre ile olan ilişkisi nedir? Çalışanları ile kurduğu bağ nasıl olmalıdır? Bu bağın temelindeki amaç neye hizmet eder? Yarattığı değerin tek ölçüm aracı para mıdır? Bu gibi birçok sorunun yanıtını aramaya başladım. Aynı yıllarda şirket değerinin sadece finansal verilere dayandırılarak hesaplanmasının kullanıcılar açısından yetersiz kaldığını da görüyordum. Acaba başka parametreler de kullanılabilir miydi?

BUNU DA OKU:  Kitap Fuarında bulabileceğiniz en çevreci 7 kitap

Tüm bu sorulara yanıt bulabilmek umuduyla 2006 yılında, şirkette giderek artmakta olan iş yükü ve sorumluluklarıma rağmen Marmara Üniversitesi’nde beni doktora yapmaya teşvik eden profesörlerimin sözünü dinleyerek bu konuda kendimi aydınlatmaya başladım. O dönemde sürdürülebilirlik üzerine çalışan sevgili Salim Kadıbeşegil ve Serra Titiz’i yakinen takip ettim. Buğday Derneği’nin kurucusu olan Victor Ananias ile yaptığımız sohbetler sürdürülebilirlik yaklaşımının sadece sivil toplum kuruluşlarının değil başta işletmeler olmak üzere herkesin sorumluluğu olduğunu anlamama yardımcı oldu. Doktora tezimde referans kaynak olarak kullandığım Prof. Dr. Güler Aras’ın kurumsal sürdürebilirlik konusunda adeta ders niteliğinde olan kitapları da beni derinden etkiledi. Yaptığım çalışmalar ve yaşadığım tecrübeler iklim krizi, su krizi, sosyal eşitsizlikler, biyoçeşitliliğin azalması, okyanusların asitlenmesi gibi majör küresel problemlerin odak alanımızı bu konuya çevirmediğimiz takdirde baş edilemez olduklarını gösteriyor.    


2010 yılından bu yana Türkiye’nin en büyük muhasebe ve denetim şirketlerinden birisi olan Mazars Denge’de CEO ve sürdürülebilirlik elçisi olarak görev yapmaktasınız. Bu kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı? 

Sürdürülebilirlik ile ilgili doktora yaptıktan sonra şirkette sürdürülebilirlik raporları hazırladık, konu ile ilgili seminer ve webinar‘lar dahil birçok çalışmalar gerçekleştirdik. Ancak insanların sürdürülebilirliği tam olarak kavrayamadığını ve içselleştiremediğini fark ettim. O yüzden öncelikle “süreklilik ile sürdürülebilirlik arasındaki farkların” neler olduğunu düşündüm ve bu şekilde on maddelik bir liste oluşturdum. Bu on maddeyi tek tek karşılaştırarak anlattığım zaman havada kalan kavramların daha iyi anlaşıldığını fark ettim. Bunun üzerine kendime bu yaklaşımı nasıl daha fazla yayabilirim, nasıl daha fazla insana bu konuyla ilgili dokunabilirim gibi sorular sordum. Sadece tanım yapmaktan kaçınarak, sayfaların arasında kendi hayatımda yaşadığım örnekleri ve Mazars Denge’nin sürdürülebilirlik yolculuğunu da anlatarak paydaşlarımıza yol gösterebilecek bir kitabın en doğru yöntem olduğuna karar verdim.


Kitabın ismi neden Süreklilikten Sürdürülebilirliğe? Süreklilik ile sürdürülebilirlik arasındaki farkları nasıl açıklarsınız?

Süreklilik kavramı için “iş yapış tarzımızın şimdiye kadarki genel kabul gören doğruları” tanımını yapmak yanlış olmayacaktır. İçinde yaşadığımız ve her şeyi parasal karşılığıyla değerlendirerek metalaştıran mevcut kapitalist sistem, sürekli sermaye birikimini ve tüketimi körükleyen yapısıyla tüm dünyayı çoktan büyük bir bunalımın eşiğine getirmiş durumda. Kurumsal sürekliliği tanımlayan öğeleri; kısa vadeli düşünmek, kâr maksimizasyonu, büyüme, para ile ölçüm, rekabet, tüketim, kurumsal çıkar, küreselleşme, yıkıcı dil ve yatay düşünce olarak sıralarken sürdürülebilirlik öğelerini ise; uzun vadeli düşünmek, sosyal, çevresel, ekonomik etkileri dengelemek (kâr optimizasyonu), kalkınma ve gelişim, paydaşlık, bütünün çıkarı, tasarruf ve türetim, yerel üret yerel tüket, barış dili ve entegre düşünce olarak sıralayabiliriz. Süreklilik tarafına baktığımızda bir şirketin ilk sorumlu olduğu kişi hissedarlarıdır ve gelir elde etmek yoluyla kâr yaratmak zorundadır. Şirketin sürekliliğini sağlayan da budur ama kurumsal sürdürülebilirlik dediğimizde o şirketin aynı zamanda çevresel ve toplumsal sorumluluklarının bulunduğu ve bir yandan gelir elde ederken o elde ettiği gelirle aynı zamanda sosyal ve çevresel etkisini dengelemek gibi bir zorunluluğun da var olduğunu unutmamak gerekir.

BUNU DA OKU:  Sokağınızdaki hayvanlar için 5 kış hazırlığı


Kitabınızda iş dünyasında yaşadığınız tecrübelerinizi çok akıcı bir dille anlatıyorsunuz. Kurumsal şirketlerin, sürdürülebilirliği sosyal sorumluluk olarak görmek yerine bir iş stratejisi olarak benimsemeleri gerektiğini anlatıyorsunuz. İş dünyasının bu değişim için neye ihtiyacı var?

Sürdürülebilirlik her şeyden önce bir bakış açısı değişikliği. Alınan kararlarda merkeze sadece kendi çıkarını koymak yerine bütünün çıkarını gözetmek ve duygulara önem vermeden hareket etmek yerine paydaşların duygusal aktarım ve ilişkilerine özen göstermek gibi özellikler sürdürülebilir iş birliklerinin temelini oluşturuyor. İş yaparken ve özellikle de birtakım anlaşmaları kaleme alırken ya da uygularken hep tarafların kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalıştıklarına tanık oluyorum. Ancak Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın 17.’si olan “Amaçlar İçin Ortaklıklar” ı gerçekleştirmek için yöneticilerin karar alırken bütünün çıkarlarını ön planda tutmaları gerekiyor.

Sürekli kazanma hırsıyla tetiklenen bir bakış açısı sadece şirketleri değil, o şirketlerde görev alan çalışanları da adeta bir kısır döngüye sürükleyerek mesleki gelişimlerini çıkmaza sokabiliyor. Bir şirketin rekabet stratejisi tüm ekosisteme sirayet ederek zarar verebiliyor. Hâlbuki iş dünyası sadece rakiplerden ibaret değil. Etrafımızda çalışanlardan müşterilere, rakiplerden tedarikçilere, toplumdan çevreye kadar çok sayıda paydaştan oluşan bir ekosistem var. Tüm bunları göz önünde bulundurunca, sadece kazanmak ve kaybetmek üzerine kurulan bir düşünce yapısının sığlığı hemen fark ediliyor. Bu açıdan, bir paydaşın kazanıp diğerinin kaybettiği modeller tasarlamak yerine tüm paydaşlar adına faydanın türetildiği, girdiler, aktiviteler, çıktılar ve sonuçların etki alanları göz önüne alınarak döngüsel bir şekilde ve doğayla uyum içinde tasarlandığı ve bu doğrultuda entegre bir bakış açısının benimsendiği modellerin gerçek başarıyı getireceğine inanıyorum.

Sürdürülebilir kalkınmanın tanımında da yer aldığı gibi eğer bugün gelecek kuşakların hayatını olumlu yönde etkilemeyi amaçlıyorsak bunu kısa vadeli düşünerek başaramayız. Hele ki sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin her birinin yerkürede aşılması gereken birer sorun olduğunu kabul edersek bugünden attığımız her adımın gelecekte nasıl bir etki ve ne gibi sonuçlar yaratacağını çok iyi hesaplamamız gerekiyor.


Kurumsal şirketler sürdürülebilirlik konusunda çekimser davranıyorlar. Sizce bu çekingenliğin nedeni nedir? Nasıl bir yol haritası izlemeliler?

BUNU DA OKU:  Türkiye’de ve Dünyada Su Krizi ve Su Hakkı Mücadeleleri yayında

Burada iki temel problem önümüze set çekiyor. Bunlardan birincisi doğru olduğuna inanmış olduğumuz süreklilik tarafını besleyen davranış kalıpları. Diğeri ise terk etmekte çok zorlandığımız konfor alanımız. Süreklilik tarafını besleyen davranış kalıpları çoğunlukla paraya dayalı bir ölçüm sistemi ile hayatımıza yön veriyor. Sürdürülebilirlik tarafında arzu edilen hedeflere varılabilmesi için, mevcut kapitalist ekonomiye hizmet eden hukuk, vergi, muhasebe ve uluslararası anlaşmalar gibi doğrudan toplumsal ve çevresel ilişkilerimizi şekillendiren kural ve sistemlerin sürdürülebilirlik bakış açısıyla yeniden ele alınması gerekiyor. Ekonomi kavramının sadece ekonominin değil toplumsal ve çevresel çıkarın da korunacağı şekilde yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç var. Bu konuda başbakan Jacinda Ardern’in önderliğinde Yeni Zelanda’da yaşam kalitesi ve maddi imkânların bir arada ölçümlenmesini öngören modeli vizyoner bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.   

Kuşaklardır süreklilik bakış açısıyla yol alan bir sistemin bir anda değiştirilmesi yerine “mış” gibi yapmak birçok kurum ve kişiye daha kolay geliyor. Halbuki, sürdürülebilir kalkınma kavramı “faydayı tek merkezde toplayan” ve tüketime dayalı ekonomik modeli, “faydayı genele yayan,” çevre ve toplum dahil tüm paydaşların birlikte yararlandığı bir modele dönüştürüyor. Sürdürülebilir kalkınmanın tanımında da yer aldığı gibi eğer bugün gelecek kuşakların hayatını olumlu yönde etkilemeyi amaçlıyorsak bunu kısa vadeli düşünerek başaramayız. Hele ki sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin her birinin yerkürede aşılması gereken birer sorun olduğunu kabul edersek bugünden attığımız her adımın gelecekte nasıl bir etki ve ne gibi sonuçlar yaratacağını çok iyi hesaplamamız gerekiyor. 


Bugün CEO’lara vereceğiniz tavsiye nedir?

Yıllardır süreklilik bakış açısıyla hareket etmeye alışmış olan kurum ve organizasyonların bir anda sürdürülebilirlik bakış açısı dönüşümünü sağlayabilmesi zor görünüyor. Bu yüzden CEO’lara büyük bir rol düşüyor. Örneğin bir yatırım yaparken “Ben bu işten bu kadar kâr edeceğim?” demek yerine, “Bu yatırımı toplumu ve çevreyi de hesaba katarak yapıyorum, sonuç tarafında ise paydaşlarıma maliyet yüklemek yerine değer katıyorum” diyebilmeliyiz. Bunu da lafta bırakmayıp aksiyonlarımıza da yansıtabilmeliyiz. 17. Sürdürülebilir Kalkınma Amacı’nda belirtildiği gibi hepimiz el ele verip, ne gerekiyorsa yapmak zorundayız. Para var, güç var, teknoloji var. Yapmamız gereken konfor alanlarımızı terk ederek, birlikte harekete geçmek, rekabet avantajını toplum ve çevreyi kapsayacak şekilde paydaş avantajına çevirmek. Buradaki başlangıç noktası da CEO’ların yanlarında çalışan kişiler ve etki alanları içindeki kurum ya da organizasyonlar değil, ta kendileri. Dönüşüm kişinin önce kendisinden başlamalı…

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Banner Right Side, Ekoloji, Hayat, Kitap, Kurumsal Sürdürülebilirlik
Sonbahar kokularını nereden, nasıl alıyoruz?

Hava sıcaklığındaki ve nemdeki düşüş, aynı zamanda, çürüyen çöp gibi kokuların burun deliklerimizi doldurduğu yaz mevsiminin aksine, bu doğal mevsimsel...

Kapat