Özge Özgün’le Türkiye’de hayvan hakları, feminizm ve veganlık üzerine söyleşi

Uzun yıllardır hak savunuculuğu meselesi için çaba sarf eden Özge Özgün’le uzunca bir söyleşi yaptık. Her türlü canlının maruz kaldığı şiddetten, Türkiye’de vegan ve feminist olmaktan, hayvan hakları yasasından, LGBTİ+ hareketinden, sömürü düzeninden, üzerinde çalıştığı projelerden ve çok değerli kardeşi Burak’tan bahsettik.

Özge, tahakkümün her türlüsüne karşı aktivizm yapan biri. Her gün neresinden tutsak elimizde kalan olay, karar ve tartışmalarla sınandığımız günümüz gerçekliğinde, sürdürdüğü bütünsel mücadelenin bu söyleşiyi okuyan herkese ilham vereceğini umuyoruz. Söyleşinin ilk kısmı aşağıda. Devamı ise 23 Mart’ta yayında olacak.

Özge merhaba. Biz seni Yeryüzüne Özgürlük Derneği ve Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’ndeki tahakküme karşı duran çalışmalarının yanında; bir vegan feminist olarak yer aldığın söyleşi ve eylemlerden, kaleme aldığın yazılardan da biliyoruz. Son dönemde neler yapıyorsun, biraz anlatır mısın?

Merhaba Deniz, yaptığım çalışmaların bu kadar bilindiğini, görünür olduğunu bilmiyordum, röportaj davetine çok sevindim. Son dönemde aslında biraz daha sanatsal çalışmalara yöneldim. Bunlar da aktivizmden bağımsız değil tabii. Çizmeye, yazmaya meylettim, bu aralar epeyce dağınık yol alıyorum. Bütünleşik mücadele, kuir, feminizm, veganlık ve cinsel şiddet konularında atölyeler ve sunumlar yapmaya devam ediyorum. Geçen sene Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nden ayrıldım, fakat 2019 yılında CŞMD’nin “Değişim Benimle Başlar” projesi kapsamında, içeriğini Hayvan Hakları İzleme Komitesi ile beraber hazırladığımız “Hayvana Yönelik Cinsel Şiddetle Mücadele” atölyelerini Fatma Biltekin ile birlikte online olarak yürütmeye başladık.

Çiçeği burnunda bir oluşumumuz var, adı Veg Academia. Her biri çok değerli yedi vegan aktivistle birlikte, henüz vegan olmayanlara ve veganlara yönelik seminer dizileri organize etmeye başladık. Seminerlerden birini de ben veriyorum; “Ayrımcılık Biçimleri ve Vegan Tahayyül” adında verdiğim seminerde, diğer ayrımcılık biçimleri ve türcülük arasındaki bağlantıları anlatıyorum. Bunlar dışında, bir eylem-ritim grubu var 2009 yılından beri dahil olduğum, hem politik koşullardan hem de pandemi koşullarından dolayı zaman zaman ara versek de, 8 Mart coşkusu ile yine bir araya geldik ve düzenli provalar almaya başlayacağız yakında. Yaşamımı maddi olarak da idame ettirebilmem gerekiyor tabii; bunun için serbest çalışmaya başladım geçen sene. Ağırlıklı olarak STK’larla çalışıyorum, grafik tasarım, illüstrasyon, fotoğraf ve video işleri üretiyorum. Bir yandan da Burak Özgüner Hayvan Hakları Merkezi’ni koordine ediyorum.

Burak hepimize ilham veren gerek HAKİM’le gerek bireysel eylemleriyle hayvan hakları mücadelesine çok değerli katkılar sağlayan biriydi. Burak Özgüner Hayvan Hakları Çalışma Merkezi çatısı altında neler yapıyorsunuz ve hedefleriniz neler?

Dediğin gibi, Burak bizlere sadece ilham vermekle kalmadı, aynı zamanda hayvanları hareketine bir mücadele hattı çizdi, her daim yapılabilecek bir şeyler olduğunu yaptıklarıyla gösterdi, çok değerli kaynaklar bıraktı bizlere. Kardeşlik bağından ziyade, yoldaşım olduğu için yokluğunu çok daha derinden hissediyorum. Onu kaybetmeden önce de birbirimizin eksiklerini tamamladığımızı, hep birbirimize yeni yollar açtığımızı düşünüyordum, hâlâ da öyle. Sıkıştığımda onun yazılarına, görüşlerine çok başvuruyorum. O yüzden “kaybetmek” ifadesi doğru değil belki birçok anlamda, ama yine de kaybımız ne yazık ki çok büyük. 

Burak’ın ailesi ve yoldaşları olarak, aramızdan ayrılışının birinci yılında 9 Kasım 2020’de, Burak adına bir çalışma merkezi açmaya karar verdik ve dayanışmayla hayata geçirdik. Şu an bir yılı geçti. Burak sadece hayvan özgürlüğü için mücadele vermiyordu, insan hakları -LGBTİ+, göçmen, çocuk gibi- ve ekoloji mücadelesi de veriyordu, uzanabildiği her alana uzanmaya çalışıyordu. Çünkü hakların birbirinden ayrılamayacağını biliyordu; en çok hayvan hakları alanında çalışmasının, bu alanda tür ayırt etmeksizin hak odaklı çalışan aktivistlerin eksikliği nedeniyle olduğunu söylerdi. Yani bir hakkı veya bir türü diğerinin önüne koymak değil, nerede daha çok ihtiyaç varsa oraya koşmak diyebiliriz buna.

Çocukluğundan itibaren hayvanseverlerin içinde olan biri olarak, hayvanseverliğin bir hak savunuculuğu olmadığının, hayvan seçerlik olduğunun farkındaydı, bu yüzden de hem vegandı, hem de bütünsel mücadeleyi savunuyordu. Biz de bu kritik noktadan bakarak çok düşündük, adına “hayvan hakları” deyip dememe konusunu; öncelikli olarak “daha dezavantajlı bir kesim olan hayvanların ve haklarını savunanların merkezi olsun” dedik. İlk amacımız Burak’ın verdiği mücadelenin de görünür olduğu, hayvan hakları savunucularının çalışabileceği, etkinlik yapabileceği bir alan olmasıydı. Çünkü buna çok ihtiyaç var, diğer insan odaklı hak temelli mücadelelerde fon kaynağı bulunabiliyor ama söz konusu hayvan olduğunda, halihazırda yaralı, hasta hayvanlara yetişmek çok zorken, bir yer tutabilmek iyice zorlaşıyor. Hayvan hakları hareketinin ‘dışarıdan’ destek bulması halen çok zor. Pandemi şartlarından dolayı sınırlı olarak fiziki etkinlik ve toplantılar gerçekleştirebildik bu süreçte. Üniversite toplulukları ve hayvan hakları savunucularının biraraya gelip paylaşımlar yaptığı, etkinlikler, eylemler örgütlediği bir alan yaratmayı amaçlıyoruz.

BUNU DA OKU:  Yarın günlerden neydi?

Bununla birlikte eksikliğini duyduğumuz, Türkiye’de hayvan haklarını enine boyuna tartışacak, kapsayıcı bir hak mücadelesini güçlendirebilecek derli toplu bir kaynak yaratma amacıyla, ilk iş olarak 2021 Ocak ayında çevrimiçi Hayvan Hakları Tartışmaları düzenlemeye başladık, bu yıl da devam ediyoruz. Yıl sonuna doğru bu tartışmaları hem online hem de -imkânımız olursa- basılı olarak yayabileceğimiz bir kitap haline getirmeyi planladık.

Burak Özgüner Öğrenci Teşvik Bursu’nu hayata geçirdik; hayvan özgürlüğü ve bütünleşik hak mücadelesi veren 17 aktivist öğrenciyi bir yıl boyunca destekleyebilmek, çıktıkları yolda yalnız olmadıklarını, yanlarında olduğumuzu söylemek için oradaydı yine Burak, aracı oldu. Burak’ın anısını yaşatmak için el veren destekçilerimize buradan da teşekkür etmek isterim. Hem şu an bursiyer olan, hem de imkanlarımız sınırlı olduğu için maddi destek veremediğimiz aktivist öğrenciler, yaptıklarıyla çıtayı her daim daha da yükselterek bizlere ilham oluyorlar, umudumuzu artırıyorlar. Beraber olduğumuzu hissetmek çok iyi geliyor. Önümüzdeki yıllarda bursun daha çok öğrenciye ulaşması için çalışmaya devam edeceğiz.

Hayvan hakları ihlalleri davalarını takip etmeye, duyurmaya gayret ediyoruz. Veganlık, hayvan özgürlüğü ve bütünleşik mücadele ile ilgili içerikler üretiyor, iş birlikleri geliştiriyoruz. Burak’ın kurucularından olduğu Hayvan Hakları İzleme Komitesi, Hayvan Hakları ve Etiği Derneği, Deneye Hayır Derneği ve Hayvanlara Adalet Derneği’nin çalışmalarını destekliyor, yaygınlaştırıyoruz. Geçen yıl “Yaşam İçin Yasa” kampanyasını da birlikte örgütlediğimiz STK’ların yanı sıra çok değerli çalışmalar yapan Yunuslara Özgürlük Platformu ve Vegan Derneği ile birlikte eylemler, basın açıklamaları ve toplantılar organize ediyoruz. 

Önümüzde bir hayvan hakları kitaplığı projesi var; özellikle bu alanda çalışan öğrencilerin ve aktivistlerin hayvan hakları ile ilgili yayınlara ve makalelere ulaşmalarını kolaylaştırmak amacıyla, hem fiziki hem de çevrimiçi bir kitaplık oluşmak istiyoruz. Bu da bizi çok heyecanlandırıyor, seneye hayata geçirmiş olmayı umuyoruz.

Petshop’larda kedi ve köpeklerin katalog üzerinden satışına geçilecek önümüzdeki Temmuz ayından itibaren. İnsanların üretimini talep ettiği kedi ve köpeklerin kapalı kapılar ardında istismar edilmesinin devamı demek oluyor bu. Mezbahalarda, çiftliklerde, deney merkezlerinde, üretim merkezlerinde, kürk çiftliklerinde hayvanlara uygulanan şiddet ve öldürme fiillerine hiçbir ceza yok. Hayvan hapishanelerini yasaklamadılar, aksine teşvik ediyorlar. Gerçek veya tüzel kişilerin doğal yaşam parkı adı altında esarethane ve sömürü merkezleri kurabilmesinin önünü açtılar.

On yıldan uzun süredir mücadelesi verilen Hayvan Hakları Yasası’ndaki değişiklik geçtiğimiz yıl yapıldı ve yasa, danışma kurulunda yer alan hayvan hakları savunucularının görüşleri görmezden gelinerek eskisinden de beter hâle geldi. Ana akım medya tarafından yasa değişikliğinde hayvan zulmüne hapis cezası getirildiği öne çıkarılırken esasen bu cezaların paraya çevrilen cezalar olduğu çok konuşuldu. Çok konuşulmayan, hayvanlara yarardan çok zarar getirecek başka ne değişiklikler var yasada birkaç örnek verir misin?

Evet, 2019 yılında bir TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu kuruldu. Burak da dahil birçok hayvan hakları savunucusu meclis kapılarını aşındırıp aylarca sunumlar yaptılar, hayvanların haklarını anlatmak için çırpındılar. Komisyon, raporunu meclise sunduktan sonra, pandemiyle birlikte uzun süren bir sessizlik oldu. Yaşam için Yasa kampanyası ile bu sessizliği kırıp artık yasanın hayvanlar lehine çıkartılması için aylar süren çalışmalar yürüttük, eylemler yaptık. Fakat bir gece yarısı, komisyon raporunu ve hayvan hakları savunucularının görüşlerini yok sayan AKP’nin teklifi meclisten geçirildi. Hangi hayvanların bir mal gibi, kimin için, nasıl korunacağını düzenleyen yasada bazı değişiklikler yapıldı, hayvanları mal değil can olarak kabul ediyoruz dediler ama buna dair en ufak bir ibare yok. Yasa değişikliğinin, hayvanların değil onları istismar ederek rant elde etmek isteyenlerin lehine olduğu çok açık gözüküyor.

Bahsettiğin hapis cezası örneğinde olduğu gibi; hayvana şiddet ve öldürme eylemini suç kapsamına aldılar, ceza üst sınırını failin hapse girmesini önleyecek şekilde belirlerdiler. Bunun nedenine dair, insanlara şiddet uygulayan insanların aldığı cezalara oranlamak zorunda oldukları gibi bir gerekçe sundular. Oysa biz biliyoruz ki, şiddet kime yönelirse yönelsin bu aynı iktidar mekanizmalarının bir sonucu. Petshop’larda kedi ve köpeklerin katalog üzerinden satışına geçilecek önümüzdeki Temmuz ayından itibaren. İnsanların üretimini talep ettiği kedi ve köpeklerin kapalı kapılar ardında istismar edilmesinin devamı demek oluyor bu. Mezbahalarda, çiftliklerde, deney merkezlerinde, üretim merkezlerinde, kürk çiftliklerinde hayvanlara uygulanan şiddet ve öldürme fiillerine hiçbir ceza yok. Hayvan hapishanelerini yasaklamadılar, aksine teşvik ediyorlar. Gerçek veya tüzel kişilerin doğal yaşam parkı adı altında esarethane ve sömürü merkezleri kurabilmesinin önünü açtılar. Uygulama yönetmeliği ile evde yaşayan hayvan sayısına sınırlama getirilmesinin de yasa yapıcıların gündeminde olduğunu biliyoruz.

Nüfusu 25.000’in altında olan yerlerde belediyeler hayvanları toplayıp en yakın bakımevine götürecekler. Bu da geçmişte çok kez gördüğümüz gibi, hayvanların ormanlara atılmalarına, nakil aşamalarında hayatlarını kaybetmelerine yol açacak. Bizim talebimiz, herkesin hayvana şiddete dair şikayetçi olabileceği bir mekanizmayken, sahipli-sahipsiz ayrımını dahi kaldırmadılar. Sokakta yaşayan hayvanlara şiddet uygulayanların cezalandırılabilmesi için, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yazılı başvuruda bulunması şartını getirdiler.

BUNU DA OKU:  Türkiye Yerel Yeşil Enerji Platformu kuruldu

İdeal bir hayvan haklarını koruma yasasını yürürlüğe koyacak olsak senin mutlaka ekleyeceğin ilk üç madde ne olurdu?

İnsan merkezci, sömürüyü onaylayan bir düzende oluşturulacak bir hayvan hakları yasasının hayvanları insan zulmünden koruyacağından söz etmek pek mantıklı değil tabii ki. Hayvanların haklarının tanınmasının, toplum nezdinde görünür olması için en başta, yasanın adının “hayvan hakları yasası” olarak değişmesi gerekir. Bu komisyon raporunda sunulmasına rağmen, yasanın adını eskisi gibi bırakmakta direndiler. Çünkü farkettiler ki; bu, değişiklik hakları görmezden gelinen tavukların, koyunların, arıların ve tüm insan tarafından sömürülen hayvanların haklarından bahsedilebilmesini sağlayacak. O yüzden “hak” demediler, “koruma demeye devam edelim” dediler, korunmaya muhtaç olanların da hangi hayvanlar olduğunu, hangilerinin ne koşullarda öldürülebilir ve sömürülebilir olduğunu yasa ile belirlemeye devam etmek işlerine geldi.

İkincisi, insan dışı tüm hayvanlar duyguları olan, kendi yaşamlarının öznesi olan, kendi kararlarını alabilen hayvanlar olduğu için şiddet failleri caydırıcı cezalar almalı ve şiddetin önüne geçmek için insanlara yönelik koruyucu önleyici çalışmalar yapılmalı.

Üçüncüsü, hangi türden olursa olsun, hayvanların insan çıkarı için üretimine ve sömürülmesine son verilmeli.

Yani aslında bahsettiğim üç madde de birbirinden ayrı değil, temeli hayvanların insanların canlarının istediği gibi tüketebilecekleri bir eşya olma konumlarının son bulmasına dayanıyor. Dolayısıyla, hayvan haklarını savunmak önce veganlıktan geçiyor, değişimi kendimizden başlatmamız ve türcülüğe de insana yönelik tüm ayrımcılıklar gibi karşı çıkmamız gerekiyor.

Şiddet failleri, kendinden aşağıda gördüğü herkesi hedef alıyor; hayvanlar, çocuklar, kadınlar, LGBTİ+lar… Yani hegemonik erkekliğin dışında kalan, normun dışında kalan tüm kesimler. Dolayısıyla da, insan ve hayvan hakları mücadelesi arasında keskin bir ayrım koymamız, ayrıcalıklı olmayan herkesin aleyhine işliyor.

Günümüz gerçekliğinde, betona boğulmuş büyük kentlerde tüm canlıların bir arada zarar görmeden yaşaması için neler yapılmalı sence? Hem yasa koyucular hem de kentlerde yaşayan insanlar nasıl bir yol izlemeli hayvan zulmünü sona erdirmek için?

Öncelikle hayvanların kedi ve köpeklerden ibaret olmadığını, insan çıkarı için sömürülmek üzere hapishanelere kapatılmış, üretim zinciri içinde sömürülen diğer hayvanları da görmezden gelmememiz gerekiyor. Kentleşme ve kapitalizm, bizi kendi doğamızdan kopararak hızlı bir yaşamın içinde kaybolmaya sürüklüyor. Sokağımızdaki kediyi ve köpeği dahi görmemize engel olan bir sistem var. Buna karşı, ancak tür ayırt etmeksizin tüm hayvanları kapsayan, ayrımcılık karşıtı bir yaklaşımla mücadele hattımızı yeniden çizmemiz gerekiyor. Daha çok insan, insan dışı hayvanların her alanda maruz bırakıldığı mezalime ses çıkarırsa, birlikte özgürleşebiliriz. Şiddet failleri, kendinden aşağıda gördüğü herkesi hedef alıyor; hayvanlar, çocuklar, kadınlar, LGBTİ+lar… Yani hegemonik erkekliğin dışında kalan, normun dışında kalan tüm kesimler. Dolayısıyla da, insan ve hayvan hakları mücadelesi arasında keskin bir ayrım koymamız, ayrıcalıklı olmayan herkesin aleyhine işliyor.

Kentlerde yaşayan insanların, kendi mahallesinde yaşayan hayvanları tanıması, onları her türlü şiddetten korumak için bir araya gelerek örgütlenmesi çok önemli. Bununla birlikte, cezasızlık olsa bile şiddeti şikayet etmek gerekiyor. Birbirimizi yapabileceklerimiz konusunda bilgilendirmemiz, vegan olmamız, hem belediyelere hem de devlete hayvanların haklarını tanıdığımızı, birlikte yaşamak istediğimizi her fırsatta yüksek sesle söylememiz hayvanların yaşam haklarını savunmanın ön koşulu bence. Tahakküm altına alınan insan olsun veya olmasın, sesinin kısılmasına izin vermemek hepimizin sorumluluğu. Yasa koyucular hayvan zulmünü sona erdirmekten yana olmayacaklar, biz hayvanlarla dayanışanlardan da yana olmayacaklar yani. Sömürü üzerinden ülkeye daha fazla kâr sağlayan insanlardan yana olacaklar. Ama iktidarın olduğu yerde direniş olmaya devam edecek. İnsan dışındaki hayvanların hem neşelerini, hem de direnişlerini görerek, onlarla dayanışma sorumluluğu düşüyor bizlere.

Söyleşinin ikinci bölümünü buradan okuyabilirsiniz.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Deniz Aytekin

Boğaziçi Üniversitesi'nde felsefe okudu. Çevre, edebiyat ve felsefe alanlarında yazarlık, çevirmenlik ve editörlük yapıyor.

Yorumlar kapatıldı.

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Banner Right Side, Ekoloji, Genel, Gıda, Hayvanlar, İklim Değişikliği, Kent, Topluluklar, Vejetaryen ve Vegan
Bitki Temelli Anlaşma’ya desteğe çağırıyoruz

Climate Save Movement, Ağustos 2021’de Paris Anlaşması’na ek olarak bir Bitki Temelli Anlaşma’yı (Plant Based Treaty-PBT) sundu. Bitki Temelli Anlaşma,

Kapat