Tekrar bir düşünün
Geçtiğimiz cuma sabahı Japonya, 8.9’luk deprem ve de adayı vuran tsunamiyle, 2. Dünya Savaşı’ndan beri yaşadığı en büyük felaketi yaşadı.
Bizler, televizyon ve internette facianın görüntülerini seyrederken, nükleer santraldeki sızıntı ihtimali haberlerde duyuruldu. İhtimal çok geçmeden gerçek oldu. İlk önce 1 No’lu reaktörde hidrojen patlaması oldu. Hemen arkasından bu sabah 3. reaktörde de patlama meydana geldi. 3 gün gibi kısa bir sürede, 180.000 kişi bölgeyi terk etti.
Bu nükleer facia, halen beşik gibi sallanan ve her dakika depremden dolayı ölen ve kaybolan insan sayısının arttığı bir ada ülkesinde yaşanıyor. Yetkililer harıl harıl nükleer reaktörleri kontrol altına almaya çalışıyorlar. Bu sırada, halk maddi manevi bu doğa felaketinin arkasından kendine gelmeye çalışıyor. Kurtarma ekipleri facianın 3. gününde ölü sayısının arttığı haberlerini veriyorlar. Fotoğraf karelerine, televizyon ekranlarına yansıyanlar aklımızın alamayacağı bir felaketin ardından görüntüler. Deprem sonrası ölü sayısı ve kurtarma çalışmaları olayın bir yüzü. Ancak, şu anda halkın en büyük endişesi, yayılan radyasyondan etkilenip etkilenmedikleri. Hiroshima gerçeğini yaşamış bir halk, bu sefer inanılmaz bir nükleer tehdit altında. Her zaman sükunetlerine hayran olduğum bu halkın, bir an evvel bu felaketi atlatmalarını diliyorum. Ve ister istemez, aklıma bizde nükleer santral olsa sorusu düşüyor. Japonya’da yaşananlar üzerine, hali hazırda nükleer santraller için ihalelerin ve inşaatların devam ettiği tüm ülkeler ilk defa konuya bir de bu taraftan yaklaşıyorlar. Nükleere karşı olmayanlar bile, doğal afetler karşısında muhtemel tehditleri ilk defa şimdi farkına vardılar.
Bugün itibarıyla, İsviçre Enerji Bakanı Doris Leuthard, güvenlik prosedürleri tekrar gözden geçirilmesi gerektiği için, devam eden 3 nükleer santral onay sürecini hemen durdurdu. Hemen arkasından, Amerika Birleşik Devletleri senatörlerinden, demokrat Joe Liberman çıkıp kendilerinin de “yeni nükleer santral yapımına” ara vermeleri gerektiğine dair bir demeç verdi. Bunlar o anlık, endişeli seçmenleri rahatlatmak için yapılmış söylemler midir, bilinmez. Ancak bir de bizim durumumuza bakalım. Rusya’yla Akkuyu‘ya kurulması planlanan nükleer santral için yapılacak antlaşma, birkaç gün içinde Meclis’e sunulacak. Peki siz ne düşünüyorsunuz bu santral hakkında? Hadi diyelim ki, harika bir nükleer santral yapacaklar. Farz edelim, herşeyi çok güvenli olacak. (Farz ediyorum, zira nükleer santral işinin gerektirdiği titizliği gösterecek iş gücüne de farkındalılığa da sahip olmadığımız açıkça biliniyor.) Fay hattının üzerindeki ülkemizde, deprem olursa ne olacak? Biz çevredeki halkı hemen uzaklaştırabilecek kadar hazırlıklı mıyız? Daha köy okullarına öğretmen, hastanelerine doktor, evlerine aş götüremezken, bir felaket karşısında binlerce insanı evlerinden çıkarıp başka bir yere taşıyabilecek miyiz? Dünyanın belki de en depreme hazırlıklı ülkesi olan Japonya, deprem sonrası nükleer felaketle karşı karşıyaysa bizde ne olur? Yanı başımızda Çernobil olduğunda yaşadıklarımızı unuttuk mu? Halen bir bakanın, televizyonda radyasyonlu çay içip, sonrasında bakın bana bir şey oluyor mu dediği trajikomik görüntüler zihnimizde.
Nükleer çok ciddi bir iş. Japonya’da yaşanan felaket, nükleer gerçeğine bambaşka bir pencereden bakmamızı sağladı. Nükleer Türkiye gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının bollukla bulunduğu bir ülke için tek çare değil. Dolayısıyla bizlerin bu konuda biran evvel harekete geçmesi gerekiyor. Tekrar bir düşünün Türkiye’de nükleer santral istiyor musunuz? Eğer siz de Meclis’e gitmeden, bu anlaşmayla ilgili bir şey yapmak istiyorsanız, Greenpeace’in Türkiye Nükleer İstemiyor kampanyası’na katılın.