Yerel Ekolojik Gıda Sistemleri Semineri’nden notlar
Geçtiğimiz hafta cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen Yerel Ekolojik Gıda Sistemleri Semineri’ne katıldım.
Seminerde yerel ve ekolojik gıdaya bu sefer başka bir pencereden bakıldı. İlk konuşmayı yapan Slow Food Fikir Sahibi Damaklar lideri Defne Koryürek, şehirli insanın gıda tüketiminden bahsederken, çoğu zaman nereden geldiğini ve içeriğini bilmediğimiz gıdalarla beslendiğimize değindi. Gıdanın hayatımızdaki yerini sorgularken, önümüzde akan Boğaziçi balıklarını tanımadığımızdan, lüferden ve tabii unuttuğumuz değerlerden bahsetti. Toprakana‘nın sahibi Cem Birder ise, ekolojik gıda üreticilerinin içinde bulunduğu duruma değindi. Asıl sorunun, bu gıdayı üreten köylünün mutsuzluğu olduğunu söylerken, içinde olduğumuz sosyolojik ve ekonomik durumu da değerlendirdi. Hemen sonrasında söz alan Kibele Kooperatifi kurucusu Berin Ertürk, köylünün mutsuzluğunun nedenini gelecek kaygısı olarak nitelendirdi. Adapazarı’nda tarım yapan bir çiftçi olarak, Berin Hanım şehirde de köyde de çılgın bir tüketim ekonomisinin olduğunu ve bundan kaçış olmadığını dile getirirken, aslında çok önemli bir noktaya parmak bastı. Ayrıca kendi tohumumuzun korunması gerektiği, adil ve temiz üretim için de daha çok çaba göstermemiz gerektiğini vurguladı.
Proje bazında benim en çok etkilendiğim Umut Derneği‘nden Utkan Yetimoğlu‘nun anlattığı Üreticiden Tüketiciye Ekolojik Ürün Dayanışması oldu. Gelir durumu ne olursa olsun, herkesin ekolojik gıdaya ulaşma hakkı için yapılan bu proje çok etkileyiciydi. Şehirde boş arazilerde temiz gıda üreterek gelir durumundan bağımsız üyelerinin ekolojik gıdaya ulaşabileceklerinden bahsetti. Ayrıca kurdukları Zeytinsen adlı sendikayla da, köylüden doğru metodlarla yetiştirilmiş zeytin aldıklarını ve doğanın katledilmesine karşı durduklarını belirttiler. Yeryüzü Derneği‘nin şehir bahçeleri projeleri de dinleyenler tarafindan büyük ilgi gördü. Kısa bir zamanda, ekolojik gıda sistemleri yeteri kadar sorgulanabildi mi, bilmiyorum. Ama gıdayı bir tüketici gözünden değil de, üretici gözünden dinlemek çok aydınlatıcıydı.
Yüzyıllardır yaşadığımız ve tarım yaptığımız bu topraklarda atalarımızdan kalan bilgiye en çok ihtiyaç duyduğumuz zamandayız. Eğer tohumumuzu kaybedersek, toprağımızı en sonunda kaybedeceğiz. Bunun da bize maliyeti çok olacak. Bir zamanlar kendi kendine yeten bir tarım ülkesiyken, bugün her şeyi bir yerlerden alır hale gelmemize “Dur!” demek gerekiyor. Dahası her şeyin başı ve sonu olan toprağa sahip çıkmamız gerekiyor. Peki nasıl? Bu noktada ekolojik gıdayı, ekonomimizi, dengeleri ve sosyolojik yapımızı sorgulamalıyız ve bunu köylü, devlet, halk, akademisyen hep beraber yapmalıyız. Bu iş ne sırf devlette ne sırf köylüde bitiyor. Birbirini desteklemesi gereken bir ekosistemden bahsediyoruz. İşin ucunda da tüketici var. Tüketicinin de kararları arz-talep dengelerinden dolayı bu denklemin önemli bir parçası. Tüketici, farkında mısın gücünün?