Ege Sahillerinden Çevre Gözlemleri – II

Türkiye’de çevre konusunda gözlemler yazarken kırmızı etten bahsetmemek mümkün değil. Kırmızı etin çevre için kötü etkilerini pek kimse bilmediği gibi kırmızı et mutfağımızın önemli bir parçası. Ekonomik kriz döneminde bazı şeylerden vazgeçmiş olabiliriz ama kırmızı etten vazgeçebilmiş değiliz gibi görünüyor. Kuşbaşı-kaşarlı pidelerde kuşbaşı ebatlarının küçülmüş olduğunu not ettim, ayrıca içimden (midemden?) bir ses kumruya konan sucuk kalitesinin düşmüş olduğunu söylüyordu. 

Vegan yaşam ve hayvan hakları konusunda yazdığı için hayatı tehdit edilen (artık günde sadece 15-20 bin adet sattığını üzülerek ögrendiğim) Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen’in ülkesinden bahsediyoruz. Konu hassas. Neyse ki, kahvaltı hariç, sofrada meze kültürümüz kuvvetli olduğu için isteyenlere vegan mutfak bulmak Türkiye’de çok zor değil. 

Alternatif süt konusu zor. Ben birçok yerde ‘pardon alternatif süt var mi?’ diye başlayan, ilk sormamda asla anlaşılmayan ve mutfaktan bir kaç kişinin çağırılmasıyla ve sorumun bir kaç defa sorulmasıyla sonuçlanan sorularıma genelde ‘yani inek sütü olmayan bir süt var mi?’ diye devam ettiğimi ve sonunda keçi sütü alternatifi önerildiğimi bizzat yaşadım. Elbette bazı yerlerde soya veya badem hatta ender de olsa yulaf sütü de bulmak mümkün (teşekkürler Fomilk). Alternatif yoğurt henüz hiç yok. Oatly veya girişimciler umarım bu yazıyı okurlar ve fırsatı görürler. 

Gecen haftaki Oksijen’de…bu arada hemen bir parantez açmak istiyorum…Türkiye’de tatildeyken hafta sonları Oksijen gazetesini kağıttan okumak büyük bir keyif. Her hafta sonu 3-4 saatlik okuyacak malzeme buluyorum ve özellikle çevre konusundaki hassasiyetlerine ve yer verdikleri değerli yazarlara çok saygı duyuyorum. Gazete okumanın iyice azaldığı bu devirde iyi geliyor. Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız her hafta sonu alınız, yurtdışında yaşıyorsanız da elektronik olarak abone olunuz… 

Parantezi kapatıyorum…gecen haftaki Oksijen’de Ali Boratav’ın denizlerimizdeki plastik kirliliği konusundaki yazısından bahsedelim. Akdeniz’de bugüne dek biriken plastik atık miktarının 1.2 milyon ton olduğunu vurguluyor. Bunun %6’sı mikro plastik. Bunun da büyük bir çoğunluğu deniz tabanında. Akdeniz ülkeleri (en başta Mısır, İtalya ve Türkiye) her sene de Akdeniz’e 230,000 ton yeni plastik atığı döküyor. Deniz canlılarının mideleri plastik dolu. Denizlerimizi kirlettikçe biyoçeşitliliğe korkunç zarar veriyoruz ve denizin biz kirlettikçe kendini tamamen temizleyecek bir mekanizma olmadığını gençlerimizin, çocuklarımızın kafalarına kazımamız lazım. 

BUNU DA OKU:  COVID-19'un tıbbi atık bilançosu

Denizlerimizden bahsetmişken, Ege koylarında ve sahillerinde eskiden beri deniz kestanesi görürüz ve üstüne basmamak için özen gösteririz. Bazılarınızın bildiği gibi, bizim normalde çekindiğimiz minik siyah dikenli deniz kestanelerimizin pabucu dama atılmış durumda. Artık bizim minik kestanelerin on katı kadar büyük ebatlı ve on katı kadar uzun dikenli istilacı türler Ege ve Akdeniz sularımızı işgal etmiş durumdalar. Bu canlıların bizim küresel ısınmayla birlikte ısınan sularımıza bir kaç sene önce Kızıl Deniz’den gelmeye başladıklarını okumuştum. Kendileri deniz yer altını silip süpürüyorlar ve ekosistemimize muhakkak beklenmedik etkiler yaratacaklar. Bizim miniklerin sayısında azalma var mı yok mu bilmiyorum ama doğada başka örneklerden bildiğimiz üzere istilacı türlerle başa çıkamayıp nesli kaybolan çok canlı var. 

Mersin Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinin bu yaz yaptığı bir çalışmaya göre, bu sene bu dikenli deniz kestanesi nüfusunda %108’lik artış gözlemlenmiş. Yani bu yaz on tane görüp şaşırdığınız bir koyda seneye yirmi tane görebilirsiniz, bir sonraki sene de kırk tane. Kirlilikle birlikte – deniz kestaneleri denizin altında yürüyerek besleniyorlar – mikro plastiklerin de denizin dibine çöktüklerini hatırlatırsak, zaten gıda bulmanın zorlaşmakta olduğu bir devirde eski dostlarımızın tutunması zor olabilir. Bunun da neye nasıl bir etkisi olacağını bilemiyoruz. Kelebek etkisini düşünün, kurtların yok olduğu Yellowstone yazımızı ve bir ekosistemden bir türün yok olmasının etkilerini hatırlayın. 

Neyse ki bu istilacı deniz kestaneleri denizin dibinde duruyorlar ve üstüne basmazsak veya ellemeye kalkmazsak bize direk olarak pek tehlike teşkil etmiyorlar. Bir de insanlara saldıran ve tehlikeli bir tür olduğunu düşünebiliyor musunuz? 

Örneğin son yıllarda Ege ve Akdeniz kıyılarında görülmeye başlayan balon balığı. Aynen Kızıl Deniz’den Akdeniz’in ısınmasıyla, belki aynen asıl evindeki habitat kayıpları ve besin arayışları sonucunda bizim sularımızda da yuva yapmaya başlamış bir istilacı tür. Keskin dişleriyle Türkiye’de kayda geçmiş ilk saldırı 2019 yılında Mersin’deymiş ve sekiz yaşında zavallı bir çocuğun parmağının bir parçasını ısırıp koparmış. Düzenli yüzdüğümüz sularda böyle tehlikeli yeni türlerin düzenli karşımıza çıktığını düşünebiliyor musunuz?

BUNU DA OKU:  İki malzemeli, ev yapımı Hindistan cevizli scrub

Hayat boyu her yaz Ege kıyılarında yüzmek bana kısmet oldu. Beni hayatımda deniz anası henüz çarpmadı. Ama bu yaz hiç olmadığı kadar, iki oğlum ve iki yeğenim de dahil olmak üzere, ailemizde ve etrafımızda sürekli hep yüzdüğümüz sularda deniz anası çarpması vakası yaşandı. Denizlerimizin yüzmek istemeyeceğimiz kadar tehlikelerle dolu olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Yıllardır Marmara Denizinde müsilaj konusu yazılıp çiziliyor. Bir an Bodrum’da, Çeşme’de, Ege kıyılarımızda da müsilaj olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Ben Ege yaz tatillerini sadece denizle, müzikle, aileyle, mezeyle, muhabbetle değil, sabah-akşam cır cır öten Ağustos böcekleriyle, gündüzleri tepemizde akrobatik uçan kırlangıç ve ebabillerle, her gece güneş batmadan hemen önce ortaya çıkan yarasalarla, sabahları ötmeleriyle uyandıran kumrularla ve denizde yüzerken gördüğüm balıklarla da özdeşleştiriyorum. Onlarsız Ege düşünemiyorum. 

Bu ürkütücü düşüncelerden sonra pozitif bir mesajla bitirelim. Geçen sene Bodrum’da Kissebükü koyu yanındaki dağlar orman yangınından epey hasar görmüştü. Ben de hem geçen sene hem bu sene aynı noktanın video ve resimlerini çekme fırsatı buldum. Geçen sene simsiyah bıraktığımız dağlarda bu sene minik yeşillikler gözlemledik. Orman yeniden canlanıyordu. Bu noktalarda insan müdahalesi var mıydı bilmiyorum – yardımcı olabiliyorsak ne iyi – ama bir kez daha gördük ki sadece tahrip etmeyi bile bırakıp işine karışmazsak doğa her zaman kendi kendini onaracak. 

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Yalın Karadoğan

Doğasever, amatӧr doğal hayat gӧzlemcisi, ara-sıra yazar, Londra’da sivil toplum kuruluşu Turkey Mozaik Foundation kurucularından, private equity yatırımcısı.

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Banner Right Side, Ekoloji
Nasıl iklim aktivisti olunur?

Z kuşağı iklim, cinsiyet eşitliği ve insan hakları aktivisti Ela Naz Birdal ile iklim aktivistliğinden İklim için Gençlik tarafından düzenlenen

Kapat