İstanbul’un sağlığını koruması için değil, iyileşmesi için neler yapılması gerektiğini konuşmalıyız
Doğanın hepimizin yaşamı ve sağlığı üzerinde doğrudan ve dolaylı katkıları olduğunu biliriz, ama kent yaşamındaki koşturmalarımız sırasında bunu düşünmeye pek vakit ayırmayız. Bu belki, bir yandan kent yaşamının insanları yeşilden tamamen uzaklaştırması ve öte yandan doğal çevreyi hep varsaymamızdan ve “olmazsa ne olur”u hiç düşünmememizdendir.
Ancak, son yıllarda sıkça, doğal felaketler ve küresel ısınma (iklim değişikliği) haberlerini duymaya ve doğada bazı şeylerin yolunda gitmediğini fark etmeye başladık. Yine de, doğada ne gibi değişiklikler oluyor, 25-30 yıl sonra neler olacak ya da insanı dünyada nasıl bir son bekliyor gibi sorularla pek ilgilenmiyor ya da hala tam olarak anlayamıyoruz.
Bilim insanları, herkesin “doğal felaketler” olarak adlandırdığı aşırı yağış, sel baskınları, kasırgalar ve hortumlar ya da aşırı sıcaklar, kuraklık ve çölleşmenin doğal olarak değil; insanoğlunun faaliyetleri sonucu meydana geldiğinin altını çiziyorlar. Bilimsel araştırmalar ve yayımlanan raporlar bu felaketlerin dünyanın doğal kaynaklarının aşırı tüketimi ve kirlenmesi nedeniyle meydana geldiğine işaret ediyor.
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de insanlar bir yandan şehirlere göç etmeye devam ediyor; diğer yandan şehirlerde kalabalık, işsizlik, fakirlik, kirlilik ve trafik sorunlarıyla boğuşuyor. Aşırı nüfus, çığ gibi büyüyen tüketim alışkanlıkları, daha çok ev inşaatı, daha çok enerji kullanımı ve daha çok atık üretimi doğal kaynakları ve şehitleri tehdit ediyor. Bu konuda İstanbul, en çarpıcı örnek:
- Nüfusu çok hızlı artıyor, Türkiye’nin en kalabalık şehri, ülke nüfusunun %20’sini barındırıyor.
- Aşırı nüfus, yapılaşma, sanayileşme ve araç trafiği nedeniyle kirlilik artarak devam ediyor.
- Şehrin su, orman ve diğer doğal kaynakları korunamıyor, hızla azalıyor.
- Şehri çevreleyen son yeşil alanlar da, üçüncü köprü ve hava alanı gibi devasa inşaatlar ve Kanal İstanbul gibi çılgın projeler nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.
Böyle giderse, mevcut sorunların artarak İstanbul‘u yaşanmaz bir şehir haline getirmesi kaçınılmaz. Bu noktada, İstanbul’u yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara sormak gerekiyor: Şehrin doğal kaynaklarının kaç milyon kişiye yetebileceğini ya da başka bir ifadeyle, taşıma kapasitesinin ne olduğunu biliyor musunuz? Taşıma kapasitesi, bir yerin fiziksel çevresi ile onun biyolojik açıdan kaç kişiyi besleyebileceğini belirler. Artan sosyal, insan sağlığı ve çevre sorunlarıyla İstanbul, bu gidişle nereye kadar dayanabilir?
Yöneticilerin yanı sıra, İstanbul’da yaşayan herkesin de şehrin sorunlarına kafa yorması ve sorunların çözümünü desteklemesi gerekiyor. Asıl çözüm; İstanbul’da doğal çevreyi daha iyi koruyan şehir planlama çalışmaları yapılması, şehrin yeşil alanları ve doğal kaynaklarının mutlak korunması, yenilenebilir enerji ve toplu taşıma sisteminin geliştirilmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesinde yatıyor. Bu amaçla yapılması gerekenlere aşağıdaki gibi açıklanabilir:
1. İstanbul’da doğal çevreyi daha iyi koruyacak bir şehir planlama çalışması yapılmalıdır:
Kentlerde yaşamın kalitesi, yeşil alanlarla doğrudan bağlantılıdır. Avrupa ve diğer gelişmiş ülke şehirlerinde kişi başına düşen yeşil alan miktarları bunun en önemli göstergeleri kabul edilir. Yeşil alanlar, kentlerde temiz hava ve temiz suyun garantisidir. İnsanlarda stresi azaltır, zihin yorgunluğunu giderir, duygusal ve fiziksel olarak daha kuvvetli ve dirençli olmalarını sağlar.
Buna karşın, İstanbul Boğazı’na 3. köprü, bağlantı yolları, yeni ticaret ve yerleşim alanları gibi devam eden yapılaşmalar, şehrin kuzeyinde son kalan doğal alanları parçalamakta ve kaçınılmaz sonu hazırlamaktadır. Bu tahribatın alternatifi (merkezi ve yerel yöneticilerin öne sürdükleri ve öğündükleri gibi) şehre milyonlarca ağaç dikmek değildir; tam tersi, bilinçsiz ağaçlandırma mevcut doğal yapıya zarar verebilir ve üstelik milyonlarca yılda meydana gelmiş doğal alanların yerine geçmesi mümkün değildir.
İstanbul’da (önceki yıllarda yapılan koruma planlarından da yararlanarak) koruma amaçlı şehir planlama çalışmalarına acilen ihtiyaç vardır.
2. Şehrin doğal kaynakları mutlaka korunmalı ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmelidir:
“Ekosistem” terimi, belli bir ortamdaki tüm canlı türlerin birbirleri ve çevresindeki tüm cansız etmenler ile her türlü bağımlı ilişkilerinin toplamı olarak tanımlanabilir. Ekosistemler, tüm canlı türlerin yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli faydalar ve ürünler sağlar. Bütün bu hizmet ve katkılar, genel anlamda “Ekosistem Servisleri” olarak adlandırılır. Canlıların sağlığı, doğal kaynakların sağlığına ve ekosistemlerin iyi işlemesine (su, hava, toprak, orman gibi doğal kaynaklara; yiyecek, enerji ve diğer ekosistem servislerine) bağlıdır.
Ağaçlar ve ormanlar, karbondioksit gibi zehirli gazlar ve toz, duman gibi hava kirleticilerini filtre eder; yeşil alanlar şehrin gürültüsünü ve su baskınları riskini azaltır ve aşırı yapılaşan şehir merkezlerinde (binalar, beton ve asfaltın ısıyı emmesi ve uzun süre tutmasıyla) oluşan “ısı adaları” etkisini azaltır. Bu açıdan İstanbul’u düşünürsek, şehrin temiz hava ve su kaynaklarının (su havzaları, ormanları, çalılıkları, kıyıları ve diğer yeşil alanlarının) korunabilmesi için sürdürülebilir yönetim planlarının geliştirilmesi ve uygulanması hayati önem taşır.
3. İstanbul’da küresel ısınmaya karşı gerekli önlemler alınmaya başlanmalıdır:
Son yıllarda doğa bize doğal kaynaklarımızın daha akılcı ve sürdürülebilir kullanılması gerektiğini gösteren yeteri kadar işaret veriyor.
Her yaz sıcaklar biraz daha dayanılmaz oluyor, bu nedenle daha çok binaya, daha çok klima takılıyor.Daha çok klima, daha çok elektrik kullanımı ve binalardan dışarıya daha fazla sıcaklık ve karbon salımına neden oluyor. Bu kısır döngüye karşı alınacak en iyi önlem, İstanbul’un mevcut yeşil alanlarının korunması ve artırılmasıdır. Yeşil alanlar ve doğal kaynaklar küresel ısınmaya karşı şehirlerin sigortasıdır. Avrupa’da yapılan araştırmalar, şehirlerdeki yeşil alanların cankurtaran görevi gördüğü ve şehri aşırı ısınmaktan koruduğunu gösteriyor.
Küresel ısınma, yalnızca aşırı sıcak dalgaları ve kuraklık ile değil; aşırı yağış ve sel baskınlarıyla da kendini gösteriyor. Yağmur suları şehirlerde asfalt ve beton kaplı toprağa ulaşamıyor, yeraltında depolanamıyor; onun yerine kanalizasyona karışıyor. Sık tanık olduğumuz gibi, aşırı yağışlar sonucu şehirlerin yetersiz altyapıları çöküyor, kanalizasyonlar taşıyor, su baskınları ve seller meydana geliyor. Eğer, betonlaşma nehir yatakları ve sulak alanlarda ise, sonuç çok daha büyük felaketlere yol açıyor. Buna karşın, bitki örtüsüyle kaplı yeşil alanlar, yağmur sularının yeraltına süzülmesini sağlıyor, bitkiler ve diğer canlılar için depoluyor ve aşırı yağışlarda üzerinden akıp giden suyun hızını azaltıyor.
4. Toplu taşıma sistemi geliştirilmelidir:
Daha fazla yol ve köprü inşaatı, daha fazla araç ve dolayısıyla daha fazla zehirli egzoz gazının (karbondioksit vb.) havaya karışması anlamına geliyor. İstatistiklere göre, küresel ısınmaya neden olan karbondioksit salımının yaklaşık beşte biri, karayolu araç trafiğinden kaynaklanıyor. Günümüzde ne kadar araba bağımlısı olduğumuzu düşünürsek, herkesin özel aracını kullanırken ya da yeni araba satın alırken bu konuda hassas ve sağduyulu davranması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Temiz hava ve temiz su talebi hepimizin en doğal hakkı. İstanbul’da hava ve su kalitesini artırmak ve korumak amacıyla gelişmiş ülkelerde uygulanan bazı önlemlerin alınması elzemdir: örneğin taşıtların giremediği daha fazla yaya bölgelerinin oluşturulması; taşıt kullanımını azaltmaya yönelik yatırımların yapılması; yürüyüş ve bisiklet yollarının yaygınlaştırılması; bazı Avrupa kentlerinde olduğu gibi, yılda bir kez “arabasız gün” etkinliğinin düzenlenmesi; taşıtların egzoz gazı kontrol sisteminin daha iyi düzenlenmesi; havayı daha çok kirleten ve eski taşıtların trafikten men edilmesi vb.
5. İstanbul’da yaşayanlar ve kamuoyu bilgilendirilmelidir:
Toplumun her kesimine çeşitli vasıtalarla (STK’lar, okullar, medya vb.) ulaşarak ağaçların, ormanın ve her türlü yeşil alanın önemi vurgulanmalı ve yeşilin azalmasının tehlikeli sonuçları anlatılmalıdır.
Günümüzde açık havadaki faaliyetlerimiz son derece sınırlı. Çoğunlukla binaların içinde, dört duvar arasında, TV ve bilgisayar karşısında bir yaşam sürdürüyoruz. Bu durum -insanoğlunun hayatını on binlerce yıl kırsalda sürdürdüğünü düşünürsek- insan doğasına aykırıdır. Zaten, son yıllarda büyük artış gösteren obezite, kalp, şeker ve kanser hastalıkları ile ruh/akıl hastalıkları da bunun bir sonucudur. Üstelik, sürekli kapalı mekanlarda kalarak; bina, mobilya, temizlik ve güzellik malzemelerinde kullanılan zehirli maddelerle daha çok temas ettiğimizi de hatırlatalım. Avrupa’da yapılan testlerde, insan kanında bu tür insan yapımı kimyasallara rastlandığı bildirilmektedir. Sonuç olarak, kapalı yerlerden ya da trafikten çok; mümkün olduğu kadar parklar ve yeşil alanlarda vakit geçirmeye ve güneş ışınlarından daha fazla yararlanmaya çalışmalıyız.
Çarpık kentleşen ve giderek sağlığını kaybeden bir şehir olarak, İstanbul’da artık her metrekare yeşil alan büyük önemi taşıyor. Bundan sonra, İstanbul’un sağlığını koruması için değil, iyileşmesi için neler yapılması gerektiğini konuşmamız gerekiyor. İstanbul’un daha fazla betonlaşmaya ve ticari yatırımlara tahammülü kalmadı. Yaklaşan yerel seçimleri bir fırsat olarak değerlendirerek, İstanbul’u yönetenlere ve yönetmeye aday olanlara, İstanbul’un biyolojik zenginliği ve doğal güzelliğinin korunması (ve iyileştirilmesi) konusunda endişelerimizi duyuralım. Daha fazla yeşil alan (ağaçlar, parklar, açıklıklar vb.); daha boş yollar; daha az petrol/kömür/doğal gaz tüketimi ve buna bağlı olarak havası ve suyu temiz, kaliteli bir kent talep edelim ve bu yönde hep birlikte çalışalım.