Mesele bu yaz denize girebilir miyiz ötesinde

Sabah kalkar küçük çipura;

Hemen ileride denize atılmış bir küçük tüp vardır; onun yanından öksürerek geçer; zehirlenen kardeşleri suyun yüzüne çıkmakta ve kepçeyle toplanmaktadır.

Azıcık ileride (ki daha henüz kıyıdadır) bir kıyı çökertme dalyanından sıyırarak geçer. Hemen ardından dalyan kaldırılmış ve bir kaç balık yakalanmıştır.

Acıkmıştır, üstünden geçen bir küçük balığı yemek ister ama ondan önce davranan irice bir levrek onun balık zannettiği ama aslında ölüm olan o sahte yeme yakalanır. İyi ki gecikmiştir. Bu arada bir manyattan da sıyrılır. Telaşla toparlanmaya çalışırken yanından bir zıpkın geçer ve dev gibi bir adam bir sardalya büyüklüğünde minicik hanosu vurmuştur. Onu, neredeyse mikroskobik balıkcığı kıyıdaki kadına gururla gösterir. Bizim çipuranın tam önünde üç tane karides salınmaktadır, ağzı sulanır ve hamle yapar ama yine geç kalmıştır, bu sefer de bu bir kurşunlu dip oltasıdır. Oltaya yakalanan bir sargoz yukarı doğru hızla çekilir. Bir trolün kapıları gürültüyle yanından geçer ve ardından gelen dev dan sıyrılır. Biraz ileride bir foseptik deşarjından nefesi kesilir, soluklanmaya çalışır. Yine bir başka güzel ahtapot bacağına ulaşacakken paragatı çekerler ve bembeyaz balıklar yükselir kayığın altına doğru. Oradan panikle uzaklaşırken bir dinamit atılır ve oradan çaresiz açığa doğru kaçar. Dinamit patlar ve balıklar beyaz karınlarını suyun yüzüne döner. Hayli sersemlemiştir ama sağdır. Korkuyla açık denize doğru ilerler ve orada nihayet diye gülümser, biraz huzur bulmuştur ama etrafını çok çok geniş bir gırgır ağı sarmıştır bile. 

Fotoğraf: Darko Pribeg

Deniz hıyarı deyip geçmeyin

Ege’nin sularını özellikle en azından Saroz’da, Foça ve Bozcaada, Gökçeada’nın belli yerlerinde pırıl pırıl tutan canlılardan belki de en önemlilerinden biri deniz hıyarıdır. Binlerce yıldır Ege’de hiç kimsenin ilgi göstermediği, dönüp bakmadığı (çünkü gayet çirkin ve özelliksiz gibi görünür, çirkindir ama çok kıymetlidir aslında) bu canlı daha önce de söylediğim gibi Çin ve Japon mutfağının afrodizyak takıntısı nedeniyle tüketiliyor. Hürriyet gazetesi tamamen Wikipedia’dan neredeyse hiç değiştirmeden aldığı ve bunu da bir haber diye koyduğu haberinde çok şahane bir soruya da yer vermiş: Bu yenir mi? Eşeğin aklına karpuz kabuğunu da sokmuş böylece. Sıfır bir haber ve ama çok tehlikeli bir haber? Bu yenir mi, evet yenir, hem de afrodizyak. Onu da ben söyleyiverdim. Şimdi deniz hıyarının seksen milyon daha düşmanı olmuştur herhalde. 

Deniz hıyarı gergedan boynuzu köpek balığı yüzgeci deniz kestanesi havyarı… insanoğlu doğada gördüğü her şeyi ısırmak ve tadına bakmak isteyen bir yaratık galiba. Örneğin, Ege’de, Akdeniz’de belli yörelerde de deniz kestanesi havyarını insanların nasıl tükettiğine bakınca ürpermemek mümkün değil. Bu hayvanın havyarı o kadar kuvvetlidir ki bir kaç tane yerseniz yüzünüzde sivilceler çıkar ve protein fazlasının her türlü etkisini yaşarsınız. İnsanlar bu hayvanı denizden toplayıp yemeyi öğrenince yirmi tane otuz tane yiyor ve bir de fotoğraf çekip bu eylemi yaygınlaştırıyor. İki tane ye değil mi olmaz, çatlayana kadar yemek lazım. E peki o da bitecek, bitsin/Biz yeterince yemiş olacağız. Kaz dağları çok kıymetli, insanlığın tümüne bir miras/Olsun farketmez biz altını bir çıkaralım da. Konya ovasında bu tür sulu tarımlarla obruklar oluşuyor/Benim tarlada daha olmadı. GAP dediğimiz yer tamamen tuzlandı/Kader. Sebzelerin neredeyse tümünde pestisit kalıntısı var/Takdiri ilahi. Türkiye’de suların % 80’i kirlendi/Olsun %20’si temiz ya.

BUNU DA OKU:  Dünyanın en mavi ve berrak sularına sahip 16 tatil noktası

Geçtiğimiz yıl Türkiye denizlerinden 2000 ton civarında (iki bin ton) civarında takriben 2150 ton deniz hıyarı toplanmış ve ihraç edilmiş. Bu yıl devlet 2500 ton deniz hıyarı ihracına izin vermiş. (ikibinbeşyüz ton) Akıl dışı bir karar elbette.

Aslında yapılması gereken şey eğer böyle bir olanak varsa, bu yıl bu hayvanın katliamı için tekrar izin ve kota vermek yerine, bu mümkünse Yunanistan’dan, Hırvatistan’dan iki bin ton, üç bin ton, beş bin ton deniz hıyarını canlı alıp bizim kıyılarımızda kelleşen yerlere, eksilen yerlere dökmektir. Denizle, hayatla, biyoçeşitlilikle ve adaletle bu kadar alakasız insanların karar verici noktalarda olması ne kadar acı. Bu eleştirileri bir mantık içinde açıklamadan önce şu rakamlarla ilgili bir kaç şey söylememe izin veriniz. Bir kere bu toplanan miktarın iki bin tonun çok üzerinde olduğunu tahmin ediyorum. İkincisi bu satıştan, ihraçtan elde edildiği söylenen otuz milyon doların çok üstünde belki üç milyar dolarlık bir doğa tahribatına yol açtığını düşünüyorum. Bu zarar gelecekteki kuşakların başına sarılan ve bu müsilajdan çok daha beter, çözümsüz dertler olduğu için bu üç milyar da yetersiz bir değerlendirme olabilir. Bazı şeyler, tasarruflar, eylemler geri dönüşsüzdür. Şu anda hiç kimse bu müsilaj kirliliğinin toplam sonuçlarını, nasıl temizleneceğini, kaç yılda temizleneceğini söyleyemiyor. Bakanlar hariç. Bakanlar kim son çeyrek asırda (İstanbul belediyesini de düşünürseniz son kırk yılda) bu kirliliğin sorumluları. Şu anda kirlenmenin miktarı ve tahribatın boyutları da bilinmiyor. Bildiğimiz tek şey doğanın, tıpkı politika ve kapitalizm gibi artık halının altına atılan pisliğe dayanamayıp  bunu şiddetle kustuğu. Bunu biliyoruz ve nedenlerini de biliyoruz. Şu sıralar “Acaba bu yaz denize girebilir miyiz?” gibi bencil ve naif soruları da acı bir gülümsemeyle karşılamak gerekir. Sorun bunun çok ötesinde. 

BUNU DA OKU:  Tüketim çılgınlığını kabul etmiyoruz
Fotoğraf: Dreamstale

Yunanistan biyoçeşitliliği nasıl korudu?

Yunanistan deniz hıyarı veriyorsa alalım derken bencillik yapmıyorum. Bir kere vermezler, ikincisi verirlerse de kıyılarında fazla üremiştir. Çünkü Yunanistan balıkçılığı, kotaları, ağ boylarını, ilmek genişliğini, av mevsimlerini son derece iyi kontrol ettiği ve büyük cezalar uyguladığı için biyoçeşitliliği koruyabildi. Dünyanın en fazla kıyıya sahip ülkesi Yunanistan. Ancak bu kadar kıyının büyük bir kısmını temiz ve doğal tutuyorlar. Türkiye’de Adana’dan Sarıyer’e kadar sayılı yerde sahile inip denize girebilirsiniz. Her yer birileri tarafından ticari bir mekana çevrilmiştir. Arabanızı koyacağınız yerden başlayarak elinize bir deste para almanız gerekir. Şezlong, duş, kabin… Yunan adalarında durum tam tersidir. Bir anımı anlatayım şimdilerde çok ciddi bir mülteci akınında dizlerinin üstüne çöken Lesvos’da Skamenia kumsalında bir lokanta vardır, çok sevimli bir açık hava lokantası. Şemsiyeler var, bedava. Bir kaç şezlong var, duş var, bedava. Lokantanın önünde kefal tutmaya başladım. Bir kaç tane tuttum. Pırıl pırıl bir deniz, tertemiz kefaller. Daha sonra onları bir kenara koyduk ve lokantaya geçtik, bir şarap istedik ve menü sorduk. Menüyü ne yapacaksın ver balıkları dedi lokantanın sahibi. Çok güzel bir ızgara yaptı ve beni iyi bir balıkçı olduğum için kutladı. Bizde olsa önce lokantanın önünde avlatmazlar, sonra balığı pişirmezler, sonra …

Fotoğraf: Kristin Skippe

Deniz hıyarı ne işe yarar?

Gelelim bu deniz hıyarının geleneksel olan çok çok minimal kullanım alanına. Küçük balıkçı tarafından nasıl kullanıldığına ve niçin kullanıldığına. Bir kere küçük balıkçının kullanımıyla bu canlının milyonlarca yıl nesli tükenmezdi. Ancak ince paragat kullanan ve çok usta, sabırlı balıkçının kullandığı bir balık yemidir bu. Bir miktar toplarsın, on beş yirmi tanesi yeter ve sonra içindeki şeffaf ve çok kaygan eti kaşıkla çıkarmak bir ölümdür. Hayvanı keser ve bir çiviye takarlar ama o kaygan et bir türlü gelmez. Kaydıkça kayar. Ondan sonra da kesme eziyeti başlar ki çok zor kesilir. Bir deniz hıyarından birkaç olta yemlenir. Bu yemin özelliği de ancak beyaz balık diye tabir edilen ticari değeri olan sargoz çipura sinarit gibi balıkların bu yemi çok sevmesidir. O nedenle bu çok zahmetli işe katlanır balıkçılar. Önce dalacaksın buz gibi suya sonra o ayazda paragat yemlenecek. Sonra paragat dökülecek ve sabahın köründe de güneş doğmadan toplanacak. 

BUNU DA OKU:  Denizanası çarpılmasına karşı yapılması gerekenler

Şimdi deniz hıyarını bu ihraç çılgınlığı nedeniyle herkes topluyor, yasal olmayan zaman ve miktar toplamalarında bir baskın durumunda çuvalları dibe atıp daha sonra gelip alıyorlar. Bu nedenle de belirtilen kotaların falan hiç bir anlamı olmadığını ve toplanan miktarı da asla bilemeyeceğimizi düşünüyorum tıpkı bu Kovid salgınında kaç kişinin öldüğünü asla bilemeyeceğimiz gibi. Küçük balıkçının bir kısmı buna mecbur, balık yok. Küçük balıkçının büyük gırgır ve trol tekneleri karşısında ezilip yok olmasına ses etmeyen sistem onun kanun dışı iş yapması konusunda çok hassastır. Canına okurlar. Tıpkı büyük şirketlerin vergi borçlarının sürekli affedilip çiftçinin ineğine koyununa el koyulması gibi. Bir can yeleği yokluğunda, onaylanması unutulan bir kağıt, evrak yüzünden ceza yerler. En büyük teknelerdeki müthiş suçlar da cezasız kalır. Hiç garipsemediniz değil mi? Balıktan namusuyla çolunu çocuğunu geçindiremeyen küçük balıkçı yarın bir gün mülteci geçirmeye başlarsa acaba onu hangi hakla suçlayacağız.

Olmaması gerekene sevinmek

Şu sıralar çinekop Karadeniz’de tutulmaya başladı ve bunun basına yansıması “zamansız göç küçük balıkçının yüzünü güldürdü” falan şeklinde. Bu çok trajik bir gelişme elbette. Balık şu sıra olmaması gereken bir yere kaçmış. Buna da seviniyoruz.

Şimdi bakanlar bu pisliği topluyor, acaba neyi topluyor? Dipte oluşup yükselen bu yapının en az % 80 veya daha fazlasının dipte olduğu söyleniyor ve biz deniz yüzünde gördüğümüz kısmının büyüklüğünden ürpermiş durumdayız. Dibi nasıl temizleyeceksin? Denizin bütün katmanlarında bulut şeklinde mevcut. Devamlı ürüyor, çoğalıyor ona ne yapacaksın? Temizledim dediğin atığı nereye atıyorsun ki korkutucu bir miktar? Şu an tüm ülkede kentsel atıklar ve tüm deşarjlar neredeyse hiçbir arıtma olmadan devam ediyor tüm atıklar denize veriliyor. Bu durumda bu kusma devam edecek. Bir kaç hafta önce Bozcaada’da limanda görmüştüm. Dün (11.06.2021) Çayır civarında görülmüş. Midilli ve Ayvalık’da da görülmüş. Deniz Pak ve Ömer Madra’dan öğrendim. Demek ki boğazlardan geçti Ege’ye vardı. Tüm bunlar çok korkutucu. Eğer bu salya boğazlardan geçip Ege’ye ulaşmadıysa, buralarda ürüyorsa artık söz bitmiştir.

Bakanlığın bu sıralar sıklıkla yandaş basında karşılaşacağımız temizlik acil eylem planı ya da nasıl adlandırıyorlarsa o şey konusundaki olumlu açıklamalarının kesinlikle hiçbir bilimsel tabanı olmadığını açıklayarak bu yazımı bitirme isterim. Umarım yanılıyorumdur.

Ancak Yeşilist’te yayınlanan çevre mühendislerinin acil eylem planı son derece sağlam ve güvenilir bir kaynak olarak okunmalıdır.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Yorumlar kapatıldı.

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Doğal Kaynaklar, Ekoloji, İklim Değişikliği, Kurumsal Sürdürülebilirlik, Sağlık
IPCC taslak raporu: Geri dönülmez bir yola giriyoruz

BM'nin iklim bilimi danışmanlarından AFP tarafından elde edilen IPCC taslak raporuna göre, insanlar gezegeni ısıtan sera gazı emisyonlarını azaltsalar bile,...

Kapat