Suyun kıymetini bilen bir sanatçı: Silvia Bener

Silvia Bener’in Yüzeyin Ötesinde: Su isimli sergisi Kale Grubu’nun “İyi Bak Dünyana” hareketi kapsamında Rana Kelleci küratörlüğünde KTSM’de gerçekleşiyor. Yerleştirme, ebru, performans belgesi, resim, fotoğraf gibi birçok tekniği bir araya getiren serginin merkezinde “su” teması var. Silvia Bener ile çocukluk yıllarından ebru sanatına, mekana özgü bir yerleştirme tasarlamaktan dünyamızla nasıl uyumlu yaşayabileceğimize dair birçok konuyu konuştuk.

Yaratıcılığın alanına giren herhangi bir konumda kişisel deneyimlerimizin etkisi kendine has dokunuşlar yaratıyor. Sizin için hem üretim hem de gündelik hayatınızda su ne anlama ve/veya anlamlara geliyor?

Su günlük hayatımızda en çok temas ettiğimiz elementtir. Aslında suyu içimizde taşıyoruz, onun için su bize diğer elementlerden en yakın olan ve bize kendini hep hatırlatan bir element. Suya yoğunlaştıktan sonra aslında ben de suyu fark etmeye başladım; su içerken, duşa alırken, bahçeyi sularken suya farklı bir gözle bakabiliyorum artık.

Mesela denizi seyrederken veya yüzerken ufukla birleşen bir sonsuzluk hissini tecrübe ediyor insan. Su hem çok güçlü hem de çok naif; zıtlıkları içinde taşıyor. Su, hem yakıcı hem de yanıcı, yani oksijenle hidrojenin bileşiminde oluşuyor. Suyu doğru kullanabiliyorsak hayat kaynağı olurken, yanlış kullanımda da yıkıcı etkisi açığa çıkıyor. Toprak bile suyu kabul ettiğinde bundan yeni hayat fışkırıyor, kabul etmezse sel olup felaket getiriyor.  Su, hayat gibi, suyla temas etmek hayata temas etmek bir anlamda.

Su ile olan yakınlaşmanızın öyküsü nasıl başladı?

Aslında bu yakınlık çocukluğuma dayanıyor. Benim büyüdüğüm bölge bir orman bölgesi ve doğal olarak tabiatla hep iç içeydim.  Bazen taş ocağında oynardık, ağaçlara tırmanırdık. Oyun parkımız doğaydı. Bir gün kız kardeşimle bisiklet turu yapmak için yola çıktık ve bir süre gittikten sonra dere kenarında çok güzel bir yer bulduk ve orda durduk. Derede yüzmek için su azdı, biz de taşlarla bir bent örerek bir gölet yaptık. Gün boyu orda yüzdük, eğlendik. Üstümüzdeki dallar, ışığın yansıması, suyun ferahlatan serinliği içinde adeta kendimizden geçmiştik. O kadar güzel ve gizemli bir andı ki, zamanı da mekanı da unuttuk sanki başka bir boyutta, sadece suyla baş başaydık. Suyun bana kendini açması ilk kez böyle oldu. Bu tecrübeyi hiç unutamadım. Hemen ertesi gün tekrar aynı yere gitmek istedik fakat sadece o yeri değil dereyi bile bulamadık. Daha sonra defalarca denedik ama maalesef o an da mekan da bize sır oldu..

O kadar uzun zaman arayıp bulamadıktan sonra bunun bir rüya olabileceğini bile düşündüm hatta rüyalarıma da girdi. Bir kaç yıl önce kardeşimle konuşurken “Silvia hatırlıyor musun, biz ne kadar güzel bir gün yaşamıştık, sonra o yeri bulamamıştık” deyince “bu rüya değil miydi, gerçek miydi?” dedim. Galiba o gün bugündür o sırrın peşindeyim.

BUNU DA OKU:  İki Oscar ödüllü, 85 yaşındaki Jane Fonda nasıl iklim aktivisti oldu?

“İnsanlar denize bir şey attığında orada yok oluyor sanıyor, denizin canlı olduğunun ve binlerce canlının yaşam alanı olduğunun farkında değil.”

İstanbul gibi kadim bir kentin suyla çevrili olması şehrin tinselliğine farklı bir katman ekliyor. Öte yandan kente gelen giden ve kentte yaşayanlarının deniz kültürü ile ilişkisi düşündürücü. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

İstanbul çok kalabalık ve çok kozmopolit bir şehir. Bu kadar atık su ön temizlikten sonra denize akıtılıyor fakat denizin bir taşıma kapasitesi var. Bence biz bunu zorluyoruz ve denize yük oluyoruz. Farklı teknolojilerle kirli suların arıtılarak tekrar temizlik işlerinde kullanılması söz konusu olabilir.

İnsanlar denize bir şey attığında orada yok oluyor sanıyor, denizin canlı olduğunun ve binlerce canlının yaşam alanı olduğunun farkında değil. Bu farkındalığı oluşturmak lazım. Deniz de bir canlı ve insanın bunu hissetmesi lazım, bu söylemeyle olmuyor, suya temas etmek gerekiyor, onu tanımak hatta suyla tanışmak gerekiyor.

İklim krizi kapımıza dayanma sınırını çoktan aştı. O artık evlerin salonlarında istemeyen bir misafir konumda. Su meselesi de iklim krizinin merkezinde yer alan küresel ölçekteki problemlerden biri. Sürdürülebilirlik kavramı ile “su” arasındaki ilişkilenme hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bu konuda çok şey yapılıyor fakat yetersiz. İstanbul’un özel bir durumu var. Kış aylarında çok yağmur yağıyor, yazın kuraklık yaşanıyor. Yağmur suları sadece belediye tarafından değil, bireysel olarak da biriktirilebilir bahçe sulamada ve tuvaletlerde kullanılabilir. Bunun gibi alternatif yöntemlerin artık her birimizin gündemine girmesi gerek diye düşünüyorum. Biz genellikle böyle önemli meseleleri yetkililer zaten hallediyor diye düşünüp sorumluluk almıyoruz. Oysa hepimiz dünyaya karşı sorumluyuz ve ortak rezervleri kullanıyoruz…

Geçen sene Marmara’da yoğun bir müsilaj sorunu vardı. Bir sanatçı olarak üretmeye devam ederken, su altındaki biyoçeşitliliğin de azalmasına neden olan bu olay sizin üretim pratiğinizde veya his dünyanızda herhangi bir değişim yarattı mı?

Ben zaten yılladır bu konuya yoğunlaşıyorum ve bu problemin varlığından haberdarım. Geçen sene bu sorun yalnızca görünür oldu. Görünür olunca insanlar panikledi. Ben bu durumlarda sanatıma daha çok yoğunlaşıyorum ki en azından bu yolla insanlara bir şeyler gösterebilmeyi ya da farkındalıklarına bir katkıda bulunmayı umuyorum. 

BUNU DA OKU:  Kirliliğin sanatsal yansıması

“Su her yerde, çok basit ama derin bilgileri taşıyor.”

Suyun buz halindeki moleküllerinin altıgen ile olan ilişkisinden yola çıkarak üretmiş olduğunuz yerleştirme “Heksagonal” ile karşılaşmak beni çok heyacanlandırdı. Evrendeki taneciklerin belirli formlarının hem fiziksel ve hem de spiritüel etkileri olduğu malum. Merak ediyorum sizin için altıgenin dünyası neler barındırıyor, altıgenle karşılaşmak sizi nasıl bir yolculuğa çıkarıyor?

Altıgen yapıya sahip su için şunu söyleyebiliriz; bu sağlıklı bir sudur, yani doğal hareket edebilen ve negatif etkilere maruz kalmamış su. Fakat yeterli değil. Prof. Rustum Roy, “su kümeleri, Cluster suyun kimyasal formülünden daha önemlidir” diyor. Suyun kimyasını biliyoruz fakat su kümlerini henüz okuyamıyoruz. Bu alfabeyi çözmemiz lazım.

Altı, içinde çok şeyler barındırıyor, mesela arıların petekleri de altıgendir. Nikola Tesla “3, 6 ve 9’u anlarsak evrenin sırlarını anlamış oluruz” diyor. Benim için bu derin bir yolculuk çünkü hayatın temelini ve sırlarını içinde barındırıyor.

Performatif ve meditatif olanı bir araya getirmeye vesile olan Aqua Materia Sanat metodunuzdan bahsedebilir misiniz?

Ben ebru sanatından yola çıktım. Uzun süre geleneksel sanatın tekniklerini, malzemeleri ve farklı uygulamaları detaylarıyla öğrendim ve uyguladım. Ama Aqua Materia Sanat dediğim bambaşka bir olgu. Su ile toprak bir araya gelince yaşamın içindeki tüm yapıları orada görebiliyorsunuz. Bu yapılar ağaç içinde de var, bir deniz kabuğunda, bir yaprağın içinde, vücudumuzda da var. Bu yapılar mikrokozmostan makrokozmosa her durumda var ve fark ettim ki bu yapılar nerede su varsa orada ortaya çıkıyor. Vücudumuzun yaklaşık yüzde yetmişi sudan oluşuyor. Mikroskopik seviyede görünen yapılar, yine suyun belirleyici olduğu bir yaprakta veya bir ağacın dalında görülen yapılarla benzeşiyor. Aynı şekilde NASA tarafından çekilen hava fotoğraflarında izlenebilen yapılarla da benzer. Çünkü orada da su partikülleri bulunuyor ve hepsinde belirleyici olan su.

Aqua Materia Sanat yaptığınız işin sizi dönüştürmesini ve sizin de karşılık olarak işinizi dönüştürmesi döngüsünü kuruyor, bunu da su üzerinden yapıyor. Böylece su bana ayna tutmuş oluyor.

Su her yerde, çok basit ama derin bilgileri taşıyor.  Basitliğin içinde sonsuz varyant var. Su bizzat nasıl tepki veriyor? Mesela geleneksel ebru sanatında farklı şekiller kullanılıyor, çiçek gibi. Bu şekiller benim ilgimi çekmiyor. Benim ilgimi suyun ve toprağın kendisi, etki tepki ilişkisi ve hareketler çekiyor. Böylece  doğadaki yapıları temel bir teknikle açığa çıkarıp okuyabiliyoruz. Aqua Materia Sanatı, suyun açığa çıkardıkları ve bedenimin buna dahil oluşu besliyor. Mesela sergideki Cell Division video çalışmamda nokta parçalıyorum, sınırları deniyorum. Atom parçalamak gibi en küçük parçayı bölmeye çalışıyorum. Oysa nokta zaten en küçük parça. Klasik ebru o noktayı muhafaza etmeye çalışır. Ben ise teknikleri tersine çevirerek yeniyi arıyorum. Bu parçalanma ise su ile mümkün oluyor.

BUNU DA OKU:  Dünyadan 3 'yeşil okul'

Bütün bunları yaparken ben sanatçı olarak bunun dışında değilim, ben de onlarla birlikte hareket ediyorum ve birlikte dönüşüyoruz.  Bu işin meditatif yönü.

Permormatif çalışırken genellikle büyük formatta çalışıyorum. Büyük tekneye hakim olabilmek için vücudu bütünüyle kullanmak gerekiyor, bu da bütün varlığınla olaya dahil olmayı gerektiriyor.

Sanat pratiğinizdeki disiplinleri arası yaklaşımınız sergiye paralel olarak düzenlenen etkinliklerde kendini görünür kılıyor. KTSM ve Content Hotel iş birliğiyle Yüzeyin Ötesinde: Su serginiz kapsamında hazırlanan duyusal deneyim bunlardan sadece biri. Duyular arası olanı aktive etmede muazzam bir tetikleyici olan disiplinler arası olgusuna yaklaşımız nedir?

Disiplenler arası çalışmaları çok önemsiyorum. Çünkü böyle çalışmalarda farklı alandan gelen insanların deneyimleri birleşerek ilginç çalışmaların ortaya çıkmasına vesile oluyor. Bu yüzden bu türden çalışmaları çok severim. Duyuları aktive etmek için ben mekanla çalışmayı tercih ediyorum. Bir mekana girince doğal olarak zaman, görüntü, ses, ışık, koku ve bir şeyle çevrili olmak, bir şeyin bedensel olarak içinde bulunmak bütün duyularımızı aktive ediyor. Bir mekanı sanat diliyle tasarlayarak insanlara daha önce yaşamadıkları bir duyguyu deneyimleme imkanı sunuyorum.

Peki Silvia Bener’i dört kelime ile tanımlayacak olsanız?

Maceracı, sır sever, meraklı, her an bir şeye hayran…

Burada minik bir parantez açıp, serginin paralel etkinliği olarak Content Hotel&KTSM iş birliğiyle hazırlanan etkinlikten de bahsetmek isterim. Suyu merkezine alan bir sergide duyulararası deneyim bütünlüğü dile getiren etkinlik tasarımı, küratör Rana Kelleci ve sanatçı Silvia Bener’in sergi turuyla başladı. Görüntülerin-seslerin dünyasından tadın-kokunun dünyasına öğle yemeğinde Fırat İtmeç tarafından hazırlanan su sofrasıyla geçtik. Sonrasında ise sanatçının kendi metodu olan Aqua Materia tekniği deneyimledik. Beraber düşünmek, üretmek ve neşeyle zaman geçirip dünyamıza temas etmek adına incelikle tasarlanan bir etkinlikti.

Sanatçının üretimlerine daha detaylı bakmak isteyenler sitesini ziyaret edebilir.

Silvia Bener’in Yüzeyin Ötesinde: Su isimli sergisini 30 Ağustos tarihine kadar KTSM’de ziyaret edebilirsiniz.

Yeşilist bundan böyle okuyucularının desteğiyle ayakta kalacak.
Siz de Yeşilist’i beğeniyorsanız bize Patreon’dan destek olun.
Yeşilist Patreon Destek Ol


Ayça Ceylan

Performans sanatçısı, sürdürülebilirlik yazarı ve Body in Perform’un kurucusu Ayça Ceylan; karşılaştırmalı mitoloji,  dans, psikoloji, herbalizm, edebiyat ve teknoloji gibi disiplinleri bir arada kullanarak algılama süreçlerimiz hakkında  mekana özgü performanslar üretmektedir. Performanslarında bedenin ve mekanın birbirini nasıl inşa ettiği,  onarım, beden politikaları ve türlerarası çeşitlilik üzerine araştırmalar yapar. Ceylan, performanslarında ve  atölyelerinde sanat alanları haricinde arketipsel hafızayı etkileyecek kamusal alan, terkedilmiş alan, doğa ve antik  kent gibi birçok alanı tercih eder. Ritueller, tanrıça kültleri, sembolizm ve doğa ile uyumlanmak en büyük  destekçilerindendir. Üretimlerinde canlı sanat, video, fotoğraf, yerleştirme ve sanatçı kitabı gibi araçları kullanır. Ceylan; Türkiye, Japonya, Hindistan, ABD ve İngiltere’de birçok sanat alanında performanslar gerçekleştirmiş,  atölyeler düzenlemiş ve konuk sanatçı programlarına davet edilmiştir. Ayrıca Duru, Reflect Studio, Mesele Slow  Design ve Giyi gibi sürdürülebilir markalarla performatif işbirlikleri yapmıştır. Ceylan, Milliyet Sanat’ta sanat  yazarlığı yaptı. Cumhuriyet Gazetesi Pazar Eki’nde “Dairesel Flora” köşesiyle çevre yazarlığı yapmaktadır.  Performans belgeleri bazı özel sanat koleksiyonlarında bulunmaktadır.

Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement Advertisement
Daha fazla Banner Right Side, Doğal Kaynaklar, Ekoloji, Hayat, İklim Değişikliği, Kurumsal Sürdürülebilirlik, Sanat, Sanat ve Tasarım
Temmuzda plastiğe elveda!

Temmuz ayı 2011 yılından beri Plastiksiz Temmuz ismiyle farkındalık yaratıyor. Plastiğin tarihi, mikroplastiklerin dünyası ve plastiksiz temmuz önerilerini sizin için...

Kapat